Tarihimiz

Selç;UKLU DEVLETİNİ KİM KURDU EĞİTİMKÜLTÜR - SANAT/9 ESelçukKİM 2020 BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİNİ KİM KURDU PAYLAŞ:FacebookTwitter Google + Büyük Selçuklu Devleti’ne adını veren ve kurucusu Oğuz Yabgu Devleti’nin Subaşıcısı  Bey’dir. Selçuk bey ölünce yerine oğlu Arslan Yabgu’dur. Devletin sınırlarını genişleten Arslan Yabgu’dan çekinen Gazneliler Hükümdarı Gazneli Mahmut, onu ziyafete davet edip hileyle kalatıp hapsedince oğulları küçük olduğu için yerine yeğenleri Tuğrul Bey ve Çağrı Bey geçti. Selçuklu Devleti’nin ikinci ve gerçek kurucusu Tuğrul Bey’dir. Alparslan ORMESHA: 1037 yılında kurulmuş olan bir devlettir. Büyük Selçuklu Devleti Orta Çağ’da kurulmuş olan Oğuz Türklerinin Kınık boyu tarafından kurulmuştur. Büyük Selçuklu Devleti Türk-İran geleneğine dayalı olan bir devletti. Devlet ilk kurulduğu anda başkenti Nişabur kenti idi. Büyük Selçuklu Devletinde resmi dil Farsça iken, ordunun dili ise Türkçe idi. Devlette konuşulan diğer yaygın dil ise Arapça idi. Arapça Büyük Selçuklu Devleti içerisinde öğretilen bir dildi. Büyük Selçuklu Devleti ilk kurulduğu anda küçük bir alana hükmediyordu. Daha sonra ise iyice ilerleyerek Anadolu’ya kadar geldi. Toplamda 3.9 milyonluk bir alana hükmeden Büyük Selçuklu Devleti, Türk tarihinde ki en büyük imparatorluklarından biri idi. İranlılar ile Türklerin kaynaştığı bu imparatorlukta daha sonra Anadolu’ya gelen Selçuklular İran kültürünü de Anadolu’ya yansıttı. Büyük Selçuklu Devleti Türk boylarının artması ile birlikte daha sonra özüne yani Türkleşme sürecine de girmişti. Devlet Kuzey bölgeleri de ele geçirince Büyük Selçuklu Devleti artık tamamen Türkleşme içerisinde olacaktı. BÜYÜK SELÇUKLULAR KURULUŞU Dandanakan zaferinin ardından Çağrı Bey, kardeşinde müthiş bir keskin zeka gördü. Onu toy yani hükümdar tayin etti. Böylece Büyük Selçuklular kazanmış olduğu bu zafer ile birlikte devletleşme sürecine de başlamıştı. Büyük Selçuklular devletleşirken Merv’i de başşehir ilan etmişti. Ardından kurultaylar düzenledi. Fetih hareketi düzenlenecek olan topraklara vezirler ve yetkililer tayin edildi. Oğuz Türkleri’nin Kınık boyundan gelen Büyük Selçuklular, Türkmenistan’da yer alan Merv şehrini ele geçirdiler. Böylece 1038 yılında Gazneliler Büyük Selçuklular’a karşı ikinci büyük yenilgisini yaşamıştı. Gazneliler yenildikten sonra Nişabur kentinden çekilmek zorunda kaldı. Ardından Büyük Selçuklular’da bu kenti ele geçirdikten sonra egemenlik ilan etti. Tuğrul Bey ise hemen ardından sultan ilan edildi. Bu şekilde Büyük Selçuklu Devleti kurulmuş oldu. Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarları – Tuğrul Bey – Alp Arslan – 1. Melikşah – 1. Mahmud – Berkyaruk – 2. Melikşah – Muhammed Tapar – Sencer BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ SINIRLARI Doğu tarafta Seyhun nehrinden Tanrı dağlarına kadar, Batı tarafta ise Akdeniz ve Boğazlar’a kadar, Kuzey’de Kafkas dağlarına kadar, güneyde ise Hint denizine kadar bütün topraklar Büyük Selçuklu Devleti’nin kontrolü altında idi. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ YIKILIŞI Büyük Selçuklu Devletinin yıkılışı arasında gösterilen en önemli sebepler, ülkenin hanedanlar arasında paylaştırılması idi. Bundan dolayı ise taht kavgaları yaşanmaya başlamıştı. Ardından eyaletlere gönderilen atabeyler de Selçukluların yıkılışına zemin hazırlayacaktı. Burada ise küçük beylikler bağımsızlık ilan ediyordu. Ardından Türkmenlerinde devlete küstürülmesi de Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışına zemin hazırlamıştır. Ardından Büyük Selçuklu Devleti yıkılmıştır. Sultan Sencer, Selçuklular arasındaki saltanat mücadelelerini fırsat bilerek halifeliği siyasî olarak güçlendirmek isteyen Müsterşid-Billâh ve oğlu Râşid-Billâh’ın başarısızlığa uğratılmasında önemli rol oynadı. Gazneliler Devleti’ni tekrar Büyük Selçuklular’a tâbi kıldı. Fakat Budist Karahıtaylar’ın Mâverâünnehir’de hâkimiyet kurmalarına engel olamadı. Yirmi yılı meliklik olmak üzere altmış yıla yakın hüküm süren Sencer, hükümdarlığının son yıllarında kendi öz kavmi Oğuzlar’ı cezalandırmak isterken yenilgiye uğrayıp (Muharrem 548 / Nisan 1153) onların elinde üç yıl esir kaldı. Ramazan 551’de (Ekim-Kasım 1156) esaretten kurtulduktan kısa bir süre sonra öldü (14 veya 24 Rebîülevvel 552 / 26 Nisan veya 6 Mayıs 1157). Sencer’in ölümüyle Büyük Selçuklu Devleti tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Büyük Selçuklu devlet teşkilâtı onun döneminde en ileri seviyeye ulaşmış, Sencer, Sultan Melikşah ile birlikte örnek hükümdar olarak gösterilmiştir. Devlet teşkilâtına dair resmî vesikaları içeren münşeat mecmualarının çoğu bu döneme aittir. Sultan Melikşah Sultan Sencer Ön Asya’yı Orta Asyalı kavimlere Selçuklular açmıştır. Moğol devri tarihçilerinden bazıları Moğollar’ın Ön Asya’ya Oğuz Türkleri’nin açtığı kapıdan girdiklerini belirtir. Selçuklular, Anadolu’yu Oğuz Türkleri’nin vatanı yapmışlardır. Böylece, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu müslümanlardan alarak sınırlarını doğuda Arpaçayı’na, güneyde Suriye’de Lazkiye şehrinin ötesine kadar götürmüş olan Bizans’ın Suriye’nin geri kalan kısmıyla Mısır’ı ülkesine katması tehlikesi Selçuklular sayesinde tamamen ortadan kaldırılmıştır. Getirdikleri siyasî istikrar ve uyguladıkları âdil idare sayesinde Selçuklu hâkimiyeti altındaki İran, Irak, Suriye ve Anadolu sosyal ve ekonomik açıdan ileri bir duruma yükselmiştir. Anadolu’nun İslâm dünyasına katılması ve Selçuklular’ın ticarî politikalarıyla Karadeniz’in kuzeyindeki ülkelerin ticaret yolu açılmış, İpek yolu ticareti çok gelişmiştir. Anadolu’dan, Horasan’dan ve Irâk-ı Acem’den Kirman’a gelen kervanlar mallarını Kirman limanlarından Hindistan, Çin ve diğer yerlere götürüyordu. Selçuklular, çeşitli şehirlerde medreseler inşa ederek ve âlimlere değer vererek ilmin ve kültürün gelişmesinde önemli rol oynamıştır. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ HÜKÜMDARLARI Tuğrul Bey 431 (1040) Süleyman 455 (1063) Alparslan 455 (1063) I. Melikşah 465 (1072) Berkyaruk 485 (1092) II. Melikşah 498 (1104) Muhammed Tapar 498 (1105) Sencer 511-552 (1118-1157) BİBLİYOGRAFYAMuhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî, et-Târîḫu’l-Yemînî (Ahmed el-Menînî, Fetḥu’l-vehbî ʿalâ târîḫi Ebî Naṣr el-ʿUtbî içinde), Kahire 1286, I-II. Gerdîzî, Zeynü’l-aḫbâr (nşr. Abdülhay Habîbî), Tahran 1347 hş. Beyhakī, Târîḫ (Behmenyâr); a.e. (nşr. Kāsım Ganî – Ali Ekber Feyyaz), Tahran 1324. Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Köymen). İbnü’l-Kalânisî, Târîḫu Dımaşḳ (Amedroz). Azimî Tarihi: Selçuklular Dönemiyle İlgili Bölümler: H.430-538 (nşr. ve trc. Ali Sevim), Ankara 1988. Zahîrüddîn-i Nîsâbûrî, Selcûḳnâme (nşr. A. H. Morton), Warminster 2004. İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VIII-IX. Râvendî, Râḥatü’ṣ-ṣudûr; a.e. (Ateş), I-II. Aḫbârü’d-devleti’s-Selcûḳıyye; a.e. (Lugal). İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX-XII. Bündârî, Zübdetü’n-Nuṣra; a.e. (Burslan). Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân (nşr. Ali Sevim), Ankara 1968. İbnü’l-Adîm, Zübdetü’l-ḥaleb, II, bk. İndeks. İbn Hallikân, Vefeyât, I-VIII, tür.yer. Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âs̱ârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), tür.yer. Ebü’l-Ferec, Târih, I-II. Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Câmiʿu’t-tevârîḫ (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1960, I. Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Nevâî). Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) (nşr. ve trc. H. D. Andreasyan), Ankara 1962. Ahmed b. Mahmûd, Selçuknâme (haz. Erdoğan Merçil), İstanbul 1977, I-II. Necmeddin Ebü’r-Recâ Kummî, Târîḫu’l-vüzerâʾ (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1363 hş. V. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (trc. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, bk. İndeks. Uzunçarşılı, Medhal, bk. İndeks. İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953. Abbas İkbâl-i Âştiyânî, Vizâret der ʿAhd-i Selâṭîn-i Büzürg-i Selcûḳī (nşr. M. Takī Dânişpejûh – Yahyâ Zükâ’), Tahran 1338 hş. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ankara 1965. Müellif: FARUK SÜMER III. ANADOLU SELÇUKLULARI (1075-1308) A) Tarih. Kaynaklarda Selâcıka-ı Rûm (Selcûkıyân-ı Rûm) adıyla geçen Anadolu Selçukluları için günümüzde Türkiye Selçukluları ifadesi de kullanılmaktadır. Malazgirt zaferinden sonra üç dört yıl içinde Anadolu’nun büyük bir kısmı fethedildi. Bu fetihlerde en önemli rolü Selçuklular’dan Arslan Yabgu’nun torunu Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şah oynadı. Süleyman Şah zorlu bir mücadelenin ardından İznik’i başşehir yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu (1075-1080). Süleyman Şah, Bizans’ın içine düştüğü siyasî buhrandan faydalanarak devletinin sınırlarını İstanbul Boğazı’na kadar genişletti. Bizans kaynaklarında Selçuklu hükümdarının Boğaziçi kıyılarında gümrük daireleri kurdurarak gemilerden vergi aldığı bildirilir. 1081 yılında Süleyman Şah ile Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos barış antlaşması imzaladılar. Buna göre iki devlet arasında İzmit-İstanbul arasındaki Drakon çayı sınır kabul edilecekti. Türkmen beylerinden Saltuk Bey Erzurum-Bayburt bölgesi, Mengücük Gazi Kemah Erzincan yöresi, Dânişmend Gazi Sivas-Tokat-Amasya yöreleri, Kara Tegin Çankırı-Sinop, Çubuk, Harput yöresi, Buldacı Elbistan yöresi, Çavuldur Elbistan-Bayburt, Tanrıbermiş Efes yöresini ele geçirerek Anadolu’nun fethinde önemli rol oynadılar. Anadolu’da başarılı fetih hareketlerinde bulunan ünlü kumandan Artuk Bey, Sultan Melikşah tarafından geri çağrıldı. Malazgirt Savaşı’nın hemen ardından Orta Anadolu’da fetih hareketlerinde bulunan beylerden biri de Tutak’tır.Malazgirt zaferinden sonra batıda Ege ve Marmara denizlerine kadar giden Türkmen oymakları ilk yıllarda şehirlerin civarında yaşıyordu. Fetih hareketlerinin başlamasıyla birlikte Türkistan ile Anadolu arasında bir göç kanalı kuruldu. Bu göçler bazan çok güçlü geliyor, bazan azalıyor, bazan da kesiliyordu. Anadolu’nun Giresun-Sivas-Maraş ve İskenderun çizgisinin batısındaki büyük kısmında nüfus çok azdı, şehirlerin çoğu kasaba ve köylerden farksızdı. Nüfus azlığı yüzünden devletler tarafından tehcir hareketleri uygulanıyordu. Meselâ Selçuklular, Bizans idaresinde bulunan Batı Anadolu’ya akın yaptıklarında Rum ailelerini Selçuk ülkesine göç ettiriyor, bu ailelere geniş araziler, çiftçilik araçları veriyor ve beş yıl vergiden muaf tutuyordu. Bazan da Selçuklular’ın din ve milliyet farkı gözetmeden bütün tebaasına eşit muamele ettiğini öğrenen Bizans idaresindeki Rumlar kendiliklerinden göç ederek Selçuklu idaresine giriyordu. Dânişmendliler ile Artuklular savaşırken birbirlerinin topraklarındaki hıristiyanları kendi ülkelerine göç ettirip sahipsiz topraklara yerleştiriyordu. Yerli hıristiyan halk doğu ve güneydoğuda Ermeniler, Orta ve Batı Anadolu’da Rumlar’dan oluşuyordu. Güneydoğu Anadolu’da çok sayıda Süryânî yaşıyordu. Orta Anadolu’nun doğu kesiminde Çukurova’nın kuzeyindeki dağlık bölgelerde Ermeniler vardı. Ermeniler, buralara Doğu Anadolu’daki beyliklerinin varlığına Bizans tarafından son verilmesi üzerine gelmişlerdi. 1082’de sultan unvanını alan I. Süleyman Şah aynı yıl Çukurova’ya bir sefer düzenleyerek Tarsus, Adana, Aynizerbâ, Misis şehir ve kalelerini fethetti (1082-1083). Antakya halkının şehri kendisine teslim edeceği haberi üzerine Ebü’l-Kāsım Bey’i İznik’te vekil bırakıp oğulları Kılıcarslan ve Dâvud ile birlikte Antakya’ya gitti ve şehri kolayca ele geçirdi (477/1084). Musul-Halep Ukaylî Hükümdarı Şerefüddevle Müslim b. Kureyş, Süleyman Şah’tan vergi isteyince aralarında savaş çıktı. Müslim yenildi ve hayatını kaybetti (478/1085). Süleyman Şah, Halep’i kuşattığı sırada Suriye Selçuklu Hükümdarı Tutuş bölgeye intikal etti. İki Selçuklu hükümdarı Halep’e yakın bir yerde Aynüseylem’de karşılaştı. Emîr Çubuk’un askerleriyle birlikte Tutuş tarafına geçmesi ve Tutuş’un ordusuna kumanda eden Artuk Bey’in ustaca manevraları sonucunda Süleyman Şah’ın ordusu bozguna uğradı (18 Safer 479 / 4 Haziran 1086). Bir rivayete göre muharebe esnasında ölen, diğer bir rivayete göre ise intihar eden Süleyman Şah Halep Mezarlığı’na defnedildi. Tutuş amcasının oğlunun hanımını, iki oğlunu, vezirini Antakya’ya gönderdi. Bunlar Anadolu’ya dönmedikleri için bir süre sonra bölgeye gelen Sultan Melikşah tarafından İsfahan’a götürüldü. Süleyman Şah, Anadolu fâtihi ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu olarak takdire lâyık bir hükümdardır. Melikşah, 485 (1092) yılında Urfa Valisi Bozan’ı kalabalık bir ordunun başında Anadolu’ya gönderdi. Bozan İznik’i kuşattıysa da alamadı, buna karşılık Bizans’tan dönmekte olan Ebü’l-Kāsım’ı ele geçirip öldürdü. Melikşah’ın aynı yıl ölümü üzerine oğlu Berkyaruk, Süleyman Şah’ın oğulları Kılıcarslan ve Dâvud’u serbest bıraktı. Kılıcarslan, Yâvegiyye Türkmenleri’nden kalabalık bir topluluğu yanına alarak İznik’e döndü ve 485 yılı sonlarında (1092 sonları 1093 başları) şehri Ebü’l-Kāsım’ın kardeşi Ebü’l-Gāzî’den teslim aldı. Kendisi gelmeden önce barışı bozmuş olan Bizanslılar’la mücadeleyi sürdüren Kılıcarslan daha sonra İmparator Aleksios Komnenos ile barış yaptı. Bu arada, çağdaş Bizans tarihçisi Anna Komnena’nın verdiği bilgiye göre imparatorun sözlerine kanarak kayınpederi ve İzmir Beyi Çaka’yı bir ziyafet esnasında öldürttü (488/1095 [?]). I. Kılıcarslan, keşiş Pierre l’Ermite’in idaresinde köylüler, maceracılar ve haydutlardan oluşan Haçlılar’ın hemen hemen tamamını imha ettikten sonra (1 Zilkade 489 / 21 Ekim 1096) Dânişmendliler’in de göz diktiği Malatya’yı ele geçirmek için ordusunu yanına alarak İznik’ten ayrıldı, Malatya önlerine varıp şehri kuşattığı sırada güçlü Haçlı ordularının yola çıktığını öğrendi. Hızla İznik’e hareket ettiyse de geldiğinde şehir kuşatılmıştı. Kuşatmayı yaramadığı için geri çekilme kararı aldı ve İznik kaybedildi (Haziran 1097); Eskişehir yakınında yapılan savaş da bozgunla sonuçlandı (Temmuz 1097). Kılıcarslan, İznik’in ardından Konya’yı devletin merkezi yaptı. Bu yenilgilerden sonra Selçuklular, Marmara ve Batı Anadolu bölgelerini Bizans’a terkedip Orta Anadolu’ya çekilmek zorunda kaldılar. Kılıcarslan, Dânişmendli Gümüştegin Gazi ile ittifak yaparak Antakya Prinkepsi Bohemound’u kurtarmak için Niksar’a doğru yürüyen ve Lombardlar’dan oluşan Haçlılar’a karşı 1101 yılında parlak bir zafer kazandı. Diğer Haçlı güçleri de Ereğli (Konya) yakınlarında yok edildi. Bu başarılar Türkler’in mâneviyatını kuvvetlendirdiği gibi Haçlılar’ın Anadolu’dan geçme isteklerini uzun bir müddet önledi. Kılıcarslan, daha sonra Haçlılar’dan zulüm görmüş olan Elbistan Ermenileri’nin ricası üzerine Haçlılar’ı buradan ve Maraş’tan uzaklaştırdı (1103). Dânişmendli Gümüştegin Gazi’nin ölümünün ardından doğunun en mâmur şehirlerinden olan Malatya’yı ele geçirdi (1 Muharrem 500 / 2 Eylül 1106). Kendisine çok cazip gelen Güneydoğu Anadolu yörelerine sahip olmak isteyen Kılıcarslan, Meyyâfârikīn (Silvan) şehrinden aldığı davet üzerine oraya gitti. Hemen bütün Güneydoğu Anadolu beyleri Kılıcarslan’a bağlandı. Kısa bir süre sonra Musul hâkimi Çökürmüş’ün oğlu Zengî’nin davetiyle Musul’a geçti. Kendisine tâbi Güneydoğu Anadolu beylerinin sözlerine inanıp Büyük Selçuklu Hükümdarı Muhammed Tapar’la mücadeleyi göze aldı. Askerinin çoğu Rumeli’de müttefiki Aleksios Komnenos’un düşmanlarıyla savaşırken kendisi Muhammed Tapar’ın Musul valisi Çavlı Sakavu ile savaşa girişti. Savaştan önce yanındaki Güneydoğu Anadolu beylerinin ayrılmasına rağmen yiğitçe savaşı sürdüren Kılıcarslan esir düşmemek için karşıya geçmek amacıyla atını Habur çayına sürdü ve sulara gömülerek hayatını kaybetti (500/1107). Kılıcarslan’ın ölümü üzerine en küçük oğlu Tuğrul Arslan Malatya’da tahta çıkarıldı. Tuğrul Arslan henüz çocuk yaşta olduğundan devleti annesi idare ediyordu. Devletin ayakta kalması için kuvvetli bir şahsiyete ihtiyaç bulunduğunu anlayan annesi Artuklu Prensi Belek b. Behrâm ile evlendi (1113). Belek’in 518’de (1124) ölümünden sonra şehir Dânişmendliler’in eline geçti. Tuğrul Arslan zamanı Malatya halkı için sıkıntılı bir dönem oldu. Aleksios Komnenos, Kılıcarslan’ın ölümünden sonra Orta Anadolu’da meydana gelen otorite boşluğunu fırsat bilerek barışı bozup Selçuklu ülkesine hücum etti. Anadolu’da durumun ciddi olduğu Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar’a bildirilince Tapar, Kılıcarslan’ın büyük oğlu Melikşah’ı (Şâhinşah) Anadolu’ya gönderdi. Konya’ya gelerek tahta oturan Melikşah (503/1110) Aleksisos Komnenos ile altı yıl mücadele etti. Kardeşi Mesud, dirayetli bir hükümdar olan kayınpederi Dânişmendli Emîr Gazi’nin yardımıyla hükümdarlığı Melikşah’ın elinden aldı (510/1116). Melikşah yakalanıp gözlerine mil çekildi ve ertesi yıl öldürüldü. Yenilerek Bizans’a giden diğer kardeşi Melik Arab orada öldü. Sultan Mesud, Dânişmendli Emîr Gazi’nin oğlu Melik Muhammed’in ölümünün (1143) ardından Dânişmendliler arasında başlayan taht mücadelesinden faydalanarak üstünlüğü eline geçirdi. Bu arada Batı Anadolu ile Marmara bölgelerine uçlardaki Türkmenler tarafından sık sık akınlar yapılıyordu. Bizans İmparatoru Manuel bu akınlara karşılık vermek için büyük bir orduyla Konya’ya kadar geldiyse de başarı gösteremeyip geri döndü (1146) ve bir daha Mesud’la savaşmadı. Ertesi yıl Alman İmparatoru Konrad ile Fransa Kralı Saint Louis kalabalık ordularla İstanbul’a geldiler. Hemen Anadolu’ya geçerek Eskişehir yöresine kadar ulaşan Alman ordusu burada ağır bir yenilgiye uğradı. İmparator çok az bir kuvvetle İstanbul’a dönebildi. Orta Anadolu’dan geçilemeyeceğinin anlaşılması üzerine Batı Anadolu’dan Antalya’ya gitmeye karar veren Fransa Kralı Saint Louis de Türk hücumlarından dolayı ağır kayıplar verdi. Türkler, Sultan Mesud devrinde Anadolu’ya sağlam bir şekilde yerleştiler. Anadolu’da ilk Selçuklu parası Sultan Mesud tarafından bastırılmıştır. Sultan Mesud hükümdar olduğu zaman Selçuklu ülkesi Konya, Niğde ve Afyonkarahisar bölgelerinden ibaretti. Öldüğünde Eskişehir, Ankara, Çankırı, Kastamonu bölgeleri ile doğuda Elbistan yöresi ve diğer bazı yerler de Selçuklu hâkimiyetine girmiş durumdaydı. Sultan Mesud’un ölümü üzerine (550/1155) yerine geçen oğlu II. Kılıcarslan önemli başarılar kazandı. Bunlardan biri Dânişmendliler’in ortadan kaldırılmasıdır. Dânişmendliler beyliği Kayseri, Sivas, Niksar, Tokat, Amasya, Malatya gibi Orta Anadolu şehirlerine sahipti. Anadolu Selçuklu Devleti’nin gelişmesine büyük engel oluşturan bu beylik bazan devletin varlığını tehdit ediyordu. 574’te (1178) Dânişmendli topraklarının Selçuklu topraklarına katılmasıyla hem siyasî ve millî birlik kurulmuş hem de Anadolu Selçuklu Devleti büyük bir devlet durumuna yükselmiştir. Bu dönemde Bizans ucunda yaşayan Türkmenler’in nüfusu çok artmıştı. Türkmenler toprak ve ganimet elde etmek için sık sık Bizans topraklarına akınlar yapıyor, elde ettikleri esirleri tâcirlere satıyordu. Bizans İmparatoru Manuel Komnenos, Türkmenler’in akınlarına kesin biçimde son vermek için çok iyi donatılmış kalabalık bir orduyla üzerlerine yürüdü. Ancak Türkmenler gece baskınlarıyla on binlerce Bizans askerini saf dışı bırakarak Manuel’i geri dönmeye mecbur bıraktı. Bu uç Türkmenler’inin ünü Horasan’a kadar yayılmıştı. Akınlara engel olmak için Eskişehir-Isparta yöresindeki Uluborlu önlerinde istihkâmlar yaptıran İmparator Manuel, Kılıcarslan’dan Türkmenler’in akınlarını durdurmasını ve kendisine sığınmış olan sultanın kardeşi Şâhinşah ile Dânişmendli Zünnûn’a ülkelerini geri vermesini istedi. Kılıcarslan’ın bu istekleri yerine getirmemesi üzerine büyük bir orduyla Konya’ya yürüdü. Bizans ordusu Miryokefalon denilen yerde ağır bir yenilgiye uğradı (17 Eylül 1176). Sultan imparatorun barış isteğini kabul etti. Anadolu’nun Türkleşmesi açısından bir dönüm noktası teşkil eden Miryokefalon zaferinin en önemli sonucu Bizans’ın askerî gücünü ve Anadolu’yu geri alma ümitlerini yitirmiş olmasıdır. Altın para darbettiren, medrese yaptıran, kervansaray inşa ettiren ve kendisine kitap ithaf edilen ilk Anadolu Selçuklu sultanı olan II. Kılıcarslan hayatının son yıllarında ülkesini on bir oğlu arasında taksim etti. Böylece kendisinin büyük gayretlerle meydana getirdiği Selçuklu ülkesi on bir parçaya bölündü. 588’de (1192) vefat eden II. Kılıcarslan’ın yerine oğlu I. Keyhusrev geçti. Ondan sonra kardeşi II. Süleyman Şah, kardeşlerinin topraklarını ellerinden alarak ülkenin siyasî birliğini kurmaya çalıştı ve bunda başarılı oldu. Ancak 1202’de yaptığı Gürcistan seferinden bir netice elde edemedi. 1204’te vefat etti. Oğlu III. Kılıcarslan’ın yedi sekiz ay süren hükümdarlığı sırasında Isparta yöresi fethedildi. I. Gıyâseddin Keyhusrev’in ikinci sultanlığı döneminde Denizli ve Antalya yöreleri ele geçirildi (603/1207). Çukurova’daki Ermeni Krallığı devlete bağlandı. I. Gıyâseddin Keyhusrev’in büyük oğlu ve halefi I. Keykâvus Sinop Limanı’nı fethetti (611/1214). Antalya ve Sinop’un fethinin gelişmekte olan Selçuklu ticaretine büyük katkıları oldu. I. Keykâvus’un kardeşi ve halefi I. Keykubad devri Anadolu Selçukluları tarihinin altın devridir. Bu dönemde yapılan fetihler sonucunda devletin sınırları doğuda Erzurum ötesine ve Van gölü havzasına ulaştı. Güneyde Antalya’nın doğusundaki Kalonoros Kalesi alınıp (619/1222) yeniden inşa edildi ve buraya Alâiye adı verildi. Alâiye’de bir tersane kuruldu. Karadeniz’in kuzeyindeki Suğdak şehri Hüsâmeddin Çoban tarafından fethedildi (1224). Hüsâmeddin Çoban burada bir cami yaptırdı; şehre görevliler tayin ettikten sonra yine donanmayla Sinop’a döndü. Suğdak seferi Selçuklular’ın ticarete verdikleri değeri gösteren bir örnektir. I. Keykubad imar faaliyetleri ve hayır severliğiyle tanınmıştır. Orta Anadolu’daki şehirlerde inşa ettirdiği ulucamiler, biri Konya-Aksaray, diğeri Kayseri-Sivas arasındaki iki kervansaray muhteşem yapılardır. Onun Konya’da da bir hastahane yaptırdığı bilinmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yükseliş devri I. Keykubad’ın ölümüyle sona erdi (634/1237) ve yerine geçen oğlu II. Keyhusrev ile birlikte çöküş devri başladı. II. Keyhusrev’in hükümdarlığının ilk yıllarında Âmid Selçuklu topraklarına katıldı (1240). Bu tarihte devletin sınırları Erzurum’un doğusundan başlayarak Van gölüne iniyor, oradan Âmid önündeki Dicle’ye, güneyde Urfa ve Ayıntab’ın kuzeyinden geçerek Maraş’ın güneyindeki Nur dağlarına uzanıyor, batıda Dalaman çayından başlayıp Denizli önünden geçerek kuzeyde Sakarya’ya ulaşıyordu. Çukurova’daki Ermeni Krallığı, Halep Eyyûbî Melikliği, Artuklular, Trabzon Rum Devleti, İznik Bizans Devleti bu dönemde Anadolu Selçuklu Devleti’ne tâbi oldu. Ancak devlet maddî bakımdan kudretli olmasına rağmen mânen çökmüştü. II. Keyhusrev devlet işleriyle ilgisiz, korkak, siyasî zekâdan mahrum, sefahate düşkün bir hükümdardı. Devlet adamları ve emîrler arasında da israf ve sefahat yaygındı. Bilhassa Malatya ve Maraş yörelerinde yaşayan Türkmenler ise yoksulluk içindeydi. Moğol istilâsından kaçarak Anadolu’ya gelen Türkmenler sürüleri için uygun otlaklar bulamamışlardı. İslâmiyet anlayışları ise çok yüzeyseldi. Malatya bölgesindeki Türkmenler 1240 yılında Horasanlı Baba İshak’ın işareti üzerine ayaklanıp devlet kuvvetlerini mağlûp ettiler, Baba İshak yakalanıp asıldığı halde ayaklanmalarını sürdürdüler. Sultan korkudan Beyşehir gölündeki Kubadâbâd sarayına kaçtı. Sonunda Baba İshak Türkmenleri’nin ayaklanması Kırşehir’in Malya ovasında kanlı bir şekilde bastırıldı. Baba İshak ayaklanması Selçuklu ordusunun mânen kuvvetli olmadığını açıkça ortaya koymuştu. Azerbaycan’daki Moğol kumandanı Baycu Noyan, Anadolu’ya yürüyüp Selçuklu ordusunu Sivas’ın kuzeydoğusundaki Kösedağı eteklerinde kolayca yendi (Muharrem 641 / Temmuz 1243). Bu mağlûbiyet üzerine Anadolu Selçuklu Devleti, Moğollar’a yıllık vergi vermeyi kabul etti ve barış yapıldı, fakat devlet bir türlü kendini toparlayamadı. 643’te (1246) vefat eden II. Keyhusrev’in yerine devlet adamları oğullarından II. Keykâvus’u tahta çıkardılar. II. Keykâvus 1249 yılına kadar müstakil olarak hüküm sürdü. Aynı yıl kardeşi IV. Kılıcarslan, Moğol Hanı Güyük Han’dan aldığı yarlık ile Sivas’ta hükümdarlığını ilân etti. Emîr Celâleddin Karatay ortaya çıkan krizi çözmek için üç kardeşi (II. İzzeddin Keykâvus, IV. Rükneddin Kılıcarslan ve II. Alâeddin Keykubad) birlikte sultan ilân etti, üçü adına hutbe okutup para bastırdı. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti tarihinde müşterek saltanat devri başladı (1249-1254). Celâleddin Karatay ve II. Keykubad’ın ölümünden sonra II. Keykâvus ile IV. Kılıcarslan anlaşmazlığa düştü. IV. Kılıcarslan kendini Kayseri’de müstakil sultan ilân etti (652/1254). Ertesi yıl Kayseri yakınlarındaki Ahmedhisarı denilen yerde yapılan savaşta Kılıcarslan yenildi. Sultan Keykâvus, Antalya’da bulunduğu sırada Moğol kumandanı Baycu’nun Selçuklu topraklarına girdiğini öğrenince hemen harekete geçti, ancak Aksaray yakınlarında Sultanhanı’nda meydana gelen savaşta mağlûp oldu (654/1256). Bunun üzerine Burgulu’da (Uluborlu) bulunan IV. Kılıcarslan Konya’ya getirilerek tahta çıkarıldı (655/1257). Baycu’nun Anadolu’dan ayrılmasından sonra II. Keykâvus Konya’da tekrar tahta oturtuldu (14 Rebîülâhir 655 / 1 Mayıs 1257). Ardından Mengü Han’ın yarlığıyla ülke İzzeddin Keykâvus ile Kılıcarslan arasında ikiye bölündü (657/1259). Ülkenin Moğol hâkimiyeti altında kalmasını kabul etmeyen Keykâvus mücadelesini sürdürdü; elinden geleni yaptıktan sonra askerleri ve kendine bağlı Türkmenler’le birlikte İstanbul’a gidip Bizans İmparatoru VIII. Mikhail Palaiologos’a sığındı (660/1262). Onunla birlikte Bizans’a giden çok sayıda Türkmen Dobruca’da yerleştirildi. Bunların arasında Sarı Saltuk da vardı. Bugün önemli bir kısmı Moldavya’da yaşayan Gagavuz (< Keykâvus) adlı hıristiyan Türkler İzzeddin Keykâvus ile Bizans’a sığınan Türkmenler’in torunlarıdır. II. Keykâvus’tan sonra tek başına hüküm süren IV. Kılıcarslan kabiliyetsiz bir hükümdardı. Vezir Muînüddin Pervâne, Sinop’un kendisine mülk olarak verilmesine zorla razı olan Kılıcarslan’ı Moğollar’a öldürtüp (664/1266) yerine onun çocuk yaştaki oğlu III. Keyhusrev’i geçirdi. Devlete rakipsiz olarak hâkim olan Muînüddin Pervâne, Moğollar’ın sonu gelmez isteklerine tahammül edemeyerek Memlük Sultanı Baybars’ı yardıma çağırınca Baybars Kayseri’ye geldi (675/1277). Elbistan ovasında meydana gelen savaşta Moğollar ağır bir yenilgiye uğradı (Zilkade 675 / Nisan 1277). Baybars, Kayseri’de büyük sevgi gösterileriyle karşılandı. Ancak Muînüddin Pervâne’nin hem Baybars hem de Abaka Han ile ilişkilerini sürdürme konusundaki kararsız tutumu yüzünden Baybars’ın Anadolu’yu Moğol tahakkümünden kurtarma teşebbüsü sonuçsuz kaldı. Sultan III. Keyhusrev ile Tokat’a kaçmış olan Pervâne de kendisine yardımcı olmayınca geri döndü. Baybars’ın ayrılmasından sonra büyük bir orduyla Anadolu’ya gelen İlhanlı Hükümdarı Abaka Han, Memlükler’le iş birliği yaptıkları gerekçesiyle devlet adamlarından, halktan ve Türkmenler’den 200.000 kişiyi katletti. İlhanlılar, Pervâne’nin de ihanetini anlayarak hayatına son verdiler ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni Tebriz’den gönderdikleri memurlarla idare etmeye başladılar. Bu dönemde Anadolu’da aileleriyle birlikte çok sayıda Moğol askeri vardı. Moğollar’ın nüfusu İran’dan gelenlerle gittikçe arttı. Bu yıllarda Moğollar’ın zulmüne karşı mücadele eden Karamanoğlu Mehmed Bey, Eşrefoğulları ve Menteşeoğulları’yla ittifak yaparak hâkimiyet sahasını genişletti ve mücadelesine meşruiyet kazandırmak için II. Keykâvus’un oğlu olduğunu iddia eden Alâeddin Siyavuş’u (Cimri) Selçuklu sultanı ilân etti, 9 Zilhicce 675’te (14 Mayıs 1277) Konya’yı ele geçirip ertesi gün Alâeddin’i tahta oturttu. Ancak Alâeddin ile Karamanoğlu Mehmed Bey, Moğol-Selçuklu kuvvetleri karşısında tutunamadılar. Mehmed Bey 17 Muharrem 676’da (20 Haziran 1277), Alâeddin Siyavuş ise iki yıl sonra 17 Muharrem 678’de (30 Mayıs 1279) öldürüldü. II. Keykâvus’un oğlu ve veliahdı II. Mesud 679’da (1280) Sinop’a geldi. Ardından İlhanlı başşehrine giderek Abaka Han’ın huzuruna çıktı. Abaka Han Erzurum, Erzincan, Sivas, Diyarbekir ve Harput’un idaresini ona verdi. Kısa bir süre sonra Ahmed Teküder, İlhanlı hükümdarı olunca (680/1282) Selçuklu topraklarını II. Mesud ile III. Keyhusrev arasında taksim etti. Durumdan hoşnut olmayıp Ahmed Teküder ile görüşmek üzere yola çıkan III. Keyhusrev, İlhanlılar’daki saltanat mücadelesi sebebiyle Erzurum’da bir süre bekledi. Bu esnada İlhanlı tahtı için giriştiği mücadeleden galip çıkan Argun Han o sırada Tebriz’de bulunan II. Mesud’u sultan ilân etti (681/1282) ve III. Keyhusrev’i öldürttü. II. Mesud, Anadolu’ya dönüp önce Kayseri’de, ardından Konya’da Selçuklu sultanı olarak tahta çıktı (683/1284). Onun tahta çıkışı Anadolu halkı için bir ümit ışığı oldu, ancak o da “gölge hükümdar” olmaktan ileri gidemedi, ülke Moğol kumandan ve valilerinin tahakkümü altına girdi. Ağır vergiler ödemek zorunda bırakılan halk sefil duruma düştü. II. Mesud’un Kayseri’de ikamet etmesini fırsat bilen III. Keyhusrev’in annesi çocuklarını Konya’da sultan ilân ettirdiyse de bunlar çok geçmeden bertaraf edildi (684/1285). Sultan II. Mesud bir yandan III. Keyhusrev’in çocukları, bir yandan da Karamanoğulları, Eşrefoğulları ve Germiyanoğulları gibi Anadolu beylikleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han müslüman olunca Anadolu halkı rahat nefes alabildi. Gāzân Han, Anadolu’ya gönderdiği Baltu Noyan’ın kendisine karşı isyankâr bir tavır içine girmesi üzerine Kutluğ Şah kumandasında 30.000 kişilik bir ordu yolladı (695/1296). Baltu mağlûp oldu ve idam edildi. Mesud’un hareketlerinden rahatsız olan Gāzân Han, Kutluğ Şah’tan onu Tebriz’e göndermesini istedi. II. Mesud hükümdarlıktan uzaklaştırılıp Hemedan’da ikamete mecbur edildi. İki yıl sonra kardeşi Ferâmurz’un oğlu III. Keykubad tahta çıkarıldı (697/1298). III. Keykubad, Osman Gazi’ye beylik vermiş bir hükümdar olarak tanınmaktadır. Bir rivayete göre III. Keykubad, Karacahisar’ın zaptı, diğer bir rivayete göre Bilecik, Yarhisar ve İnegöl’ün fethi üzerine Osman Gazi’ye sancak, davul, kılıç, at ve hil‘at göndererek beylik tevcih etmiştir. III. Keykubad’ın Moğol valileri gibi halktan zorla para toplaması halkı usandırdı. Sonunda tahttan uzaklaştırılıp II. Mesud ikinci defa tahta çıkarıldı (702/1302). İkinci hükümdarlık dönemi de başarısız geçen II. Mesud 708’de (1308) öldü. Onun ardından tahta çıkarılan Kılıcarslan b. III. Keyhusrev, hem Moğollar hem Selçuklu hânedanı ve halk tarafından tanınmadığı için II. Mesud son hükümdar kabul edilir. Son Anadolu Selçuklu sikkeleri de ona aittir. Makrîzî’nin Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona erdiği tarih olarak 718 (1318) yılını göstermesi (es-Sülûk, II, 186) Demirtaş’ın Selçuklu şehzadelerini öldürtmesiyle ilgili olabileceği gibi yanlış bir değerlendirme de olabilir. ANADOLU SELÇUKLU HÜKÜMDARLARI I. Süleyman Şah 467 (1075) Fetret Devri 479 (1086) I. Kılıcarslan 485 (1092) Fetret Devri 500 (1107) Melikşah (Şâhinşah) 503 (1110) I. Mesud 510 (1116) II. Kılıcarslan 550 (1155) I. Keyhusrev (birinci hükümdarlığı) 588 (1192) II. Süleyman Şah 593 (1196) III. Kılıcarslan 600 (1204) I. Keyhusrev (ikinci hükümdarlığı) 601 (1205) I. Keykâvus 608 (1211) I. Keykubad 616 (1220) II. Keyhusrev 634 (1237) II. Keykâvus (müstakil hükümdarlığı) 643-647 (1246-1249) II. Keykâvus – IV. Kılıcarslan – II. Keykubad (müşterek hükümdarlık) 647-652 (1249-1254) II. Keykâvus (müstakil hükümdarlığı ve IV. Kılıcarslan ile müşterek hükümdarlık) 652-660 (1254-1262) IV. Kılıcarslan (müstakil hükümdarlığı) 660 (1262) III. Keyhusrev 664 (1266) III. Keyhusrev – II. Mesud (müşterek hükümdarlık) 680-682 (1282-1284) II. Mesud (müstakil olarak birinci hükümdarlığı) 682-695 (1284-1296) Selçuklu tahtının boş kaldığı dönem 695-697 (1296-1298) III. Keykubad 697 (1298) II. Mesud (ikinci hükümdarlığı) 702-708 (1302-1308) B) Sosyoekonomik ve Kültürel Hayat. Anadolu Selçuklu Devleti, Malazgirt zaferinden (1071) sonra Bizans’ın bir anlamda Malazgirt’le kaybettiklerini geri almak düşüncesiyle giriştiği Miryokefalon Savaşı’na (1176) kadar geçen bir asır boyunca bir taraftan Bizans’ı ve Haçlı taarruzlarını bertaraf etmek, diğer taraftan komşusu Türk beylikleriyle, özellikle Dânişmendliler’le ve Suriye’deki Eyyûbîler’le mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu durum sosyal ve ekonomik alanda ilerlemeyi geciktirmiş, Anadolu Selçukluları ancak Bizans’ı dize getirdikten (1176) ve Dânişmendliler’i ortadan kaldırdıktan (1178) sonra rahat nefes alabilmiştir. Siyasî istikrarsızlığa rağmen Selçuklu sultanlarının âdil davranışları yerli halk üzerinde olumlu etkilerini göstermiştir. Devrin gayri müslimlere ait kaynaklarında bu dönemde Türkmenler’in yerli halkla ticarî ilişkilere girdiklerine, Süryânî, Ermeni ve Rumlar’ın Türkmenler’i Bizans yönetimine tercih ettiklerine dair bilgilere rastlanmaktadır. XII. yüzyılın sonlarından itibaren Batılı yazarların Anadolu’ya “Turchia, Turquia” demeye başlaması (Cahen, s. 100-101; Turan, Selçuklular Tarihi, s. 352) buradaki Türk varlığının önemli bir işaretidir. Selçuklu Türkleri fetih şartlarına göre mevcut bir şehre veya şehrin dışına yerleşiyor ya da yeni bir şehir kuruyordu. Şehirler iç kale, sur içi ve sur dışı yerleşimden oluşmaktaydı. Kale camisi, ulucami, gayri müslimlerin ayrı oturduğu mahalleler ve sur dışındaki gökmeydan Selçuklu şehrinin özellikleriydi. Yerleşilen veya yeni kurulan bir şehirde yapılan ilk işler güvenliği sağlamak, idarî, malî ve adlî yöneticileri belirlemek, vergi tahsili için tahrir yapmaktı (Baykara, I, 275-291). İç ve dış ticareti geliştirmek için ticaret yollarının güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Bu amaçla Karadeniz sahilinde iki önemli liman şehri Amisos (Samsun) (1185 civarı) ve Sinop (1214), Akdeniz sahilinde Antalya (1207, 1216) ve Kalonoros (Alâiye, Alanya) (1222) fethedilmiş, Sinop ve Alanya’da tersane kurulmuştur. Deniz ticaretine, dolayısıyla dış ticarete hâkim olan Venedikliler ve Kıbrıs Frankları’yla ticarî anlaşmalar yapılmış, siyasî istikrarın temininin bir devamı olarak Saltuklular, Erzincan Mengücüklüleri ve Harput Artukluları ortadan kaldırılmış, Kilikya Ermenileri ile Trabzon Rumları dize getirilmiştir. Yine ticarî faaliyetleri canlandırmak ve yol güvenliğini sağlamak amacıyla ticaret yolları üzerinde kervansaraylar ve köprüler yaptırılmıştır. Selçuklu sultanları ticarî faaliyetlere engel olanları bertaraf etmek için seferler düzenlemiş, tâcirlerin zararlarını karşılamış, vergi muafiyeti veya indirimi sağlamıştır. Ancak bu gayretlerin sonucunda elde edilen içtimaî huzur ve iktisadî gelişme uzun sürmemiş, Anadolu Selçukluları’nın en parlak dönemi kabul edilen I. Alâeddin Keykubad’dan sonra devlet adamlarının takip ettiği siyaset, devleti ve ülkeyi kargaşaya sürüklemiştir. Sosyal ve ekonomik bakımdan ihmal edilen Türkmenler’in Vefâî şeyhi Horasanlı Baba İlyas’ın öncülüğünde çıkardığı Babaî İsyanı (1240) devleti sarsmış, bu durum zaten Selçuklu sınırlarına dayanmış bulunan Moğollar’ın Anadolu’yu işgalini kolaylaştırmıştır. Kösedağ Savaşı’nın kaybedilmesiyle (1243) Anadolu Selçukluları, Moğollar’ın tahakkümü altına girmiştir. Şehzadelerin iktidar mücadeleleri Moğollar’ın işini kolaylaştırmış, devleti sultanlar değil Moğollar’la iş birliği yapan devlet adamları yönetmeye başlamış, merkezî idaredeki bu ikilik ve Moğollar’ın tahsil ettiği ağır vergiler çöküşü hızlandırmıştır. Diğer taraftan merkezdeki otorite boşluğundan faydalanan uçlardaki Türkmenler XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kendi siyasî hâkimiyetlerini oluşturmaya başlamıştır. Anadolu Selçukluları’nda iktisadî faaliyet olarak hayvancılık başta gelmekte; koyun, keçi, sığır, deve, at ve katır yetiştirilmekteydi. Süt ve yağ, peynir, yoğurt gibi mâmullerin üretimi, dericilik, halı ve kilim dokumacılığı çok yaygındı. İran, Irak ve Suriye’ye koyun ve at, deri ve mâmulleri, Avrupa’ya Ankara tiftiği, ipek, pamuklu kumaş, halı ve börk ihraç edilmekteydi. Gümüş, bakır, demir, şap ve tuz Anadolu’da çıkarılan başlıca madenlerdi. Avrupa’ya ayrıca şap, Mısır’a kereste ihraç ediliyordu. Karadeniz’in kuzeyinden getirilen köleler, kürk ve bal, bunun yanında Çin ipeği ve Hint kumaşları ile baharat Anadolu’da pazarlanmaktaydı. Ekili araziler üzerinde iktâ sistemi uygulanmaktaydı. Tahıllardan daha çok buğday, meyvelerden kayısı üretiliyor ve ihraç ediliyordu. Selçuklu Türkiyesi’nin sosyal ve ekonomik gelişmesinde vakıf müessesesinin büyük rolü olmuştur. Devlet bu kuruluşlara özellikle arazi temliki yoluyla destek sağlıyordu. Müslüman halk itikadda Mâtürîdîlik ve Eş‘arîliği, amelde Hanefîliği ve Şâfiîliği benimsemişti. Gayri müslimler ise Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerine mensuptu. Türkler arasında hâkim mezhepler Mâtürîdîlik ile Hanefîlik, diğerlerinde Eş‘arîlik ve Şâfiîlik’ti. Vakıf kurucuları yaptırdıkları medreselere kendi mezheplerine mensup müderrisler tayin etmekteydi. Ülkede Türkler’in dışında özellikle Moğol istilâsından sonra gelip yerleşen önemli bir şehirli nüfus vardı. XII. yüzyılın sonlarından itibaren yaygınlaşan medreselerdeki eğitime Eş‘arî kelâmı ile Şâfiî fıkhının hâkim olduğu görülmektedir. Şehirlerden uzakta yaşayan konar göçer Türkmenler geldikleri ve halen yaşamakta oldukları yerlerdeki çeşitli inançların etkisiyle Sünnî İslâm ile pek bağdaşmayan bir inanca sahipti. Babaî İsyanı’na katılan Türkmenler’in bakiyeleri Baba İlyas’ın halifeleri öncülüğünde Anadolu’ya yayılmıştı. Bu çevreye mensup olan Hacı Bektâş-ı Velî’ye bağlı Türkmenler XV. yüzyılın sonlarından itibaren Safevî propagandasının tesiri altında kalınca kırsal kesimdeki halk kızılbaş olarak anılmaya başlanmıştır. XIII. yüzyıl Selçuklu Anadolusu’nda tasavvufun yoğun biçimde yaşandığı görülür. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadreddin Konevî ve Hacı Bektâş-ı Velî dönemin büyük sûfîleridir. Horasan kökenli tasavvufî cereyanlar Anadolu’ya daha ziyade bu akımların Moğol istilâsından kaçan temsilcileri vasıtasıyla girmiştir. Necmeddîn-i Kübrâ’nın kurduğu Kübreviyye Anadolu’ya onun halifeleri tarafından getirilmiştir. Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled ve halifesi Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî ile Mirṣâdü’l-ʿibâd müellifi Necmeddîn-i Dâye bunlardandır. Bilhassa vahdet-i vücûd hakkındaki görüşleriyle İslâm düşüncesini derinden etkileyen Muhyiddin İbnü’l-Arabî bu dönemde Sadreddin Konevî’nin babası Mecdüddin İshak ile Bağdat’tan Anadolu’ya gelmiş, Malatya ve Konya’da ilim ve irfan meclisleri düzenlemiş, talebe yetiştirmiş, devrin sultanlarına nasihatlerde bulunmuştur. Sadreddin Konevî, Müeyyidüddin Cendî, Saîdüddin el-Fergānî ve Afîfüddin et-Tilimsânî onun çizgisini devam ettiren önemli şahsiyetlerdir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Konya’da müderrislik yaparken Şems-i Tebrîzî’nin etkisiyle coşkulu bir tasavvuf anlayışı geliştirmiş, yazdığı eserlerle bütün halkı, aydınları ve yöneticileri derinden etkilemiştir. Bu dönemde Anadolu’da Rifâiyye’den Seyyid Ahmed-i Kebîr, Seyyid Ahmed-i Kûçek, Evhadiyye’den Evhadüddîn-i Kirmânî, Vefâiyye’den Baba İlyas ve Kalenderiyye’den Ebû Bekr-i Niksârî gibi önemli isimlere de rastlanır. Ahîlik Selçuklu Türkiyesi’nin önemli bir sosyal teşkilâtıdır. Ahîliğin Anadolu’da ortaya çıkışı, Sultan I. İzzeddin Keykâvus’un Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh’ın elçisi Şehâbeddin es-Sühreverdî vasıtasıyla fütüvvet teşkilâtına girdiği döneme rastlar (1214). Nitekim fütüvvetin ilkelerini belirleyen fütüvvetnâme geleneği Ahîlik safhasında da devam etmiştir. Ahî unvanını taşıyan isimler arasında daha sonraları Ahî Evran unvanıyla anılan şahsın Şeyh Nasîrüddin Mahmûd el-Hûyî olduğu ve I. Alâeddin Keykubad döneminde bu esnaf teşkilâtını kurduğu belirtilmektedir. Keykubad’ın ölümünün ardından siyasî dengelerin değişmesinden ahîlerin de zarar gördüğü anlaşılmaktadır. İleriki yıllarda adları öne çıkan Ahî Çoban, Ahî Ahmed, Ahî Ahmed Şah, Ahî Kayser gibi şahıslar siyasal ve sosyal olaylar sırasında farklı taraflarda yer almıştır. VI. SELÇUKLULAR’DA DEVLET TEŞKİLÂTI Büyük Selçuklular’da devlet teşkilâtı Tuğrul Bey zamanından itibaren düzenli bir şekle konulmuştur. Bunda, Türk beylerinde kuvvetle yaşayan hâkimiyet telakkisiyle devlet teşkilâtı geleneklerinin önemli rolü vardır. Selçuklular’da hâkimiyetin yegâne temsilcisi “es-sultânü’l-a‘zam” (es-sultânü’l-muazzam) unvanıyla anılan hükümdardır. Vezir Nizâmülmülk Siyâsetnâme adlı eserinde (s. 6), Tanrı’nın her yüzyılda insanlar arasından padişahlık vasıflarıyla bezediği birini seçtiğini, dünya işlerini ve halkın barış içinde yaşamasını ona tevdi ettiğini söyler. Nizâmülmülk’ün bu ifadesinden hükümdarın kudretini doğrudan doğruya Tanrı’dan aldığı ve onun adına saltanat sürdüğü anlaşılmaktadır. Türk töresine göre hükümdarlar Tanrı bağışı, yani “kut” yoluyla yeryüzündeki insanları yönetmekle görevlidir. Bu geleneği sürdüren Selçuklu hükümdarları görevin kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanırlardı. Sultan Alparslan’a göre Tanrı, kendisine teveccüh göstererek onu insanlar arasında dünya işlerini düzene koyması için seçmiştir (Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, III, 69). Hükümdarın fermanları, hatta ağzından çıkan sözler kanun hükmündeydi. Hükümdar danışma meclisleri kurar ve burada çeşitli meseleler tartışılırdı. Ancak kesin karar verme veya alınan kararları uygulayıp uygulamama yetkisi hükümdara aitti. Anadolu Selçukluları döneminde de yöneticiliğin hükümdarlara Tanrı tarafından verildiğine inanılıyordu. Muhammed b. Ali er-Râvendî, İbn Bîbî ve Kerîmüddin Aksarâyî gibi dönemin tarihçileri eserlerinde bunu ifade etmişlerdir. Ayrıca bu durum sikkelerde de görülmekte, meselâ I. Keykâvus’a ait bir sikkede “es-sultan bi-rızâi’llâh el-gālib bi-emri’llâh” ifadesi yer almaktadır (Aykut, s. 167). Hâkimiyet Sembolleri. Selçuklular’da mânevî ve maddî unsurlar olmak üzere başlıca iki grup hâkimiyet sembolünden söz edilebilir. Mânevî unsurların en önemlisi unvan ve lakaplardır. Selçuklular başlangıçta eski Göktürk teşkilâtının uygulayıcısı Oğuz Yabgu Devleti’nin izindeydiler. Devletin başındaki hükümdar “yabgu” unvanı taşıyordu. Selçuk Bey’in oğulları Arslan ve Mûsâ da yabgu unvanını kullanmışlardır. Selçuklular’ın Horasan’a geçip çevredeki müslüman ve Türk devletleriyle temasa geçmesinden sonra bu unvanlarda değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Tuğrul Bey önceleri emîr ve melik unvanlarını (el-emîrü’l-ecel, el-melikü’l-celîl) kullanıyordu. Nitekim 433’ten (1041-42) itibaren bastırdığı sikkelerde de emîr unvanı bulunmaktadır. Halife Kāim-Biemrillâh’ın 438’de (1046-47) Horasan üzerindeki hâkimiyetini onaylamasının ardından aynı yıl içinde bastırdığı paralarda “es-sultânü’l-muazzam şâhânşâh” unvanına yer verildiği görülmektedir (Artuk, I, 342; Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s. 74-76; Alptekin, III [1971], s. 443 vd.). Paralarında “es-sultânü’l-muazzam” unvanını kullanan ilk Türk-İslâm hükümdarı olan Tuğrul Bey’den sonra Büyük Selçuklu ve Irak Selçuklu sultanları da genellikle aynı unvanı kullanmıştır. Kirman Selçukluları’nın kurucusu Kavurd Bey de Kirman bölgesine hâkim olduktan sonra melik unvanı kullanmaya başlamış ve halefleri bu unvanı kullanmaya devam etmiştir (Merçil, Kirman Selçukluları, s. 147-148). Anadolu Selçukluları’nın ilk hükümdarı Süleyman Şah’ın sultan unvanını kullandığı ileri sürülmektedir. I. Mesud, II. Kılıcarslan ve I. Keyhusrev’in Büyük Selçuklular’da olduğu gibi “es-sultânü’l-muazzam” unvanını taşıdığı bilinmektedir. I. Keykavus ile I. Keykubad’ın “sultânü’l-ber ve’l-bahreyn” unvanını kullandıkları, çöküş döneminde ise daha çok “es-sultânü’l-a‘zam” unvanına yer verildiği görülmektedir. Selçuklu hükümdarlarından Tuğrul Bey’in lakabı “rüknü’d-dîn melikü’l-İslâm ve’l-müslimîn, burhânü emîri’l-mü’minîn, melikü’l-meşrik ve’l-mağrib”, Alparslan’ın lakabı ise “Adudüddevle” idi. Ani şehrini fethinden sonra Alparslan’a “Ebü’l-feth” lakabı verilmiştir. Sultan Melikşah’ın lakabı “celâlüddevle muizzü’d-dîn ebü’l-feth” idi. Oğullarından Berkyaruk “rüknü’d-dünyâ ve’d-dîn ebü’l-muzaffer”, Muhammed Tapar “gıyâsü’d-dünyâ ve’d-dîn”, Sencer “muizzü’d-dünyâ ve’d-dîn ebü’l-hâris” lakaplarını kullanmış, Irak Selçuklu hükümdarları da bu lakapları kullanmaya devam etmiştir. Kirman Selçuklu melikleri de çeşitli lakaplarla zikredilmiştir (a.g.e., s. 8, 46, 51, 55, 64, 68, 73, 95). Suriye Selçukluları’nın kurucusu Tutuş’un lakabı “tâcü’d-devle”, oğullarından Rıdvan’ın “fahrü’l-mülûk”, Dukak’ın “şemsü’l-mülûk” idi. Rıdvan’ın oğlu Alparslan Tâcüddevle el-Ahras “Ebû şücâ” lakabını, Anadolu Selçuklu sultanları ise “rüknü’d-dîn, izzü’d-dîn, gıyâsü’d-dîn ve alâüddin” lakaplarını kullanmıştır. Hükümdarlık alâmetlerinden biri de hutbedir. Selçuklular’da ilk hutbe Çağrı Bey adına Merv şehrinde 428 yılı Receb ayının ilk cuma günü (22 Nisan 1037) okunmuş, bunu Tuğrul Bey adına yaklaşık bir ay sonra Nîşâbur’da okunan hutbe izlemiştir. Hutbede önce Abbâsî halifesinin, ardından Selçuklu sultanının adı zikredilirdi. Halep Selçuklu Meliki Rıdvan bu geleneğe aykırı hareket ederek Fâtımî halifesi adına hutbe okutmuş, ancak Sünnî İslâm dünyasından gelen tepkiler üzerine bir ay sonra bu uygulamadan vazgeçmiştir. Anadolu Selçukluları’nda kendi adına hutbe okutan ilk sultan I. Kılıcarslan’dır (İbnü’l-Esîr, X, 427). Hutbe konusunda dikkat çekici bir olay II. Keyhusrev’in ölümünden sonra görülmüş, hutbe bir ara müştereken tahta oturtulan üç oğlu (IV. Kılıcarslan, II. Keykâvus ve II. Keykubad) adına okunmuştur. Taht ve taç hükümdarlığın önemli maddî sembollerindendir. Selçuklu sultanları resmî törenlerde, vasal hükümdar ve elçi kabullerinde, nikâh merasimlerinde tahta otururlardı. Tuğrul Bey, kendisini Bağdat dışında karşılamaya gelen halifenin vezirini tahtında oturarak kabul etmişti. Sultanlar ikamet ettikleri yerlere ve seferlerine göre değişik tahtlar kullanmışlardır. Abbâsî halifesi diğer hâkimiyet alâmetleri yanında Tuğrul Bey’e bir de taç vermişti. Sultanlar cülûs merasimlerinde, elçi kabullerinde, resmî törenlerde ve meydanlardaki gösterilerde taç giyerlerdi. Önemli bir hükümdarlık sembolü de sikkedir. Tahta çıkan hükümdarın ilk işlerinden biri üzerinde adının, unvanının ve lakaplarının bulunduğu sikke bastırmaktı. Selçuklular’da tesbit edilebilen ilk dinar Sultan Tuğrul Bey’e ait olup 433 (1041-42) yılında Nîşâbur’da basılmıştır. İstisnalar hariç bütün Selçuklu paralarının ön üst yüzünde Oğuzlar’ın hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işareti bulunmaktadır. Türkler’de ok ve yayın hükümdarlık sembolü olarak kullanımı Oğuz Han zamanına kadar gitmektedir. Tuğrul Bey 429’da (1038) Nîşâbur şehrine girdiğinde kolunda bir yay ve göğsünde üç ok bulunuyordu. Kirman Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kavurd Bey’in tuğrası isim ve elkābı üzerine konan ok, yay ve yaycıktan ibaretti. Saltanat çadırı veya otağ da önemli hükümdarlık sembolleri arasındadır. Kaynaklarda “hargâh, serâperde, sürâdık” gibi kelimelerle ifade edilen saltanat çadırının hazineden çıkarılıp kurulması sefere çıkma veya harekete geçme işaretidir. Çadırın kurulacağı yer seferin yönünü göstermesi bakımından önemlidir. Selçuklu saltanat çadırlarının rengi kırmızıydı. Hükümdarlık sembollerinden olan yüzük (mühür) evrak ve hazinenin mühürlenmesi, sultanın emrinin yerine getirilmesi için yetki verdiği bir şahsı gösteren nişan, bir hükümdarın öldüğünün ispat işareti gibi amaçlarla kullanılmıştır. Yüzük altından yapılır, yakut, fîrûze ve zümrüt gibi kıymetli taşlarla süslenirdi. Bayrak, sancak, hükümdar sefere veya alayla bir yere giderken başı üzerinde tutulan şemsiye (çetr), çizme, kemer, kılıç, eyer örtüsü (gāşiye), halife tarafından verilen hil‘at, nevbet, tevkī‘ ve tuğra da birer hükümdarlık sembolüdür. Büyük Selçuklular’ın Rey, Bağdat, İsfahan, Merv, Nîşâbur ve Hemedan gibi şehirlerde sarayları vardı. Anadolu Selçukluları ise Konya, Kubâdâbâd, Keykubâdiye, Antalya ve Alâiye’de (Alanya), daha başka yerlerde saray ve köşkler yaptırmıştır. Saray teşkilâtındaki görevliler doğrudan sultana bağlıydı. Bu görevlilerin yetkileri ve protokoldeki yerleri tesbit edilmiş olup bunların aşılmasına izin verilmezdi. Görevliler genelde asker (gulâm) kökenliydi. Saray teşkilâtında sultandan ve vezirden sonra en üst görevli büyük hâcibdi ve emrinde hâcibler bulunmaktaydı. Vekîl-i der sultanla vezir arasında haberleşmeyi sağlar, ayrıca bir çeşit nedimlik yapardı. Vekîl-i hâs sarayın masraflarını, mutfağını, ahırı kontrol ederdi; hükümdarın oğulları ve maiyetine ait işler de onun görevleri arasındaydı. Muhtemelen üstâdüddâr da aynı görevleri yapıyordu. Nedimler sultanın hoşça vakit geçirmesini sağlamakla görevliydi. Saray muallimleri çocukların ve gulâmların eğitiminden sorumluydu. Mutribler sarayda çalgı çalıp şarkı söyleyerek eğlence meclislerine katılanları eğlendirirler, sâkîler sultana ve davetlilere şerbet ve içecek sunarlardı. Bunların dışında av işleriyle görevli bâzdâr, hükümdarın elbiselerine nezaret eden câmedâr, saray mutfağından ve hükümdarın sofrasının hazırlanmasından sorumlu hânsâlâr (çavuş), leğen ve ibriği tutan taştdâr (ibrikdâr, âbdâr), saraya ve özellikle hükümdara ait hayvanlarla ilgilenen emîr-i âhûr (mîrâhur), hükümdarın bayrağını taşımakla görevli emîr-i alem (mîr-i alem), hükümdar ve sarayı korumakla görevli muhafızların kumandanı emîr-i cândâr, hükümdar sofralarına nezaret edip yemekleri kontrol eden emîr-i çaşnigîr, sultanla devlet erkânının katıldığı önemli meclisleri tertipleyen emîr-i meclis, hükümdarın silâhını taşıyan ve silâh depolarından sorumlu emîr-i silâh (silâhdar), sultanın av işlerini tanzime memur emîr-i şikâr, sarayı koruyan ve hükümdarın vereceği cezaları infaz etmekle görevli olan emîr-i hares ve sultanın içeceklerini ve şerbetlerini hazırlayan şarabdâr gibi görevliler saray kadrosu içinde yer almaktaydı. Ayrıca kihterân (saray küçükleri) denilen pasbânân (gece bekçileri), nevbetiyân-ı hâs (nöbetçiler), derbânân (kapıcılar), ferrâş ve hadem (hizmetkârlar) vb. de saray görevlileri arasında bulunuyordu. Merkez Teşkilâtı. Büyük Selçuklular’ın ve diğer Selçuklu devletlerinin idarî teşkilâtında en büyük müessese büyük divandır (Dîvân-ı A‘lâ, Dîvân-ı Saltanat). Vezirin başkanlığındaki bu divan Dîvân-ı İnşâ ve Tuğrâ (başkanı tuğraî), Dîvân-ı Zimâm ve İstîfâ (başkanı müstevfî), Dîvân-ı Arz (başkanı ârızü’l-ceyş) ve Dîvân-ı İşrâf-ı Memâlik (başkanı müşrif) adlı dört divandan oluşuyordu. Sâhib-i Dîvân-ı Saltanat veya hâce-i büzürg denilen vezirler sadece sultana karşı sorumluydu. Vezirler hükümdarlar üzerinde nüfuz sahibiydi, ayrıca sultanın mutlak vekili sıfatıyla geniş yetkileri vardı; çeşitli makamlara tayinler yapıp azillerde bulunabiliyor, sultan nezdinde başkaları için şefaatçi olabiliyorlardı. Vezirler de hükümdarlar gibi sembollere sahipti. Askerî seferlere katılmakta ve ordulara kumanda edebilmekteydiler. Selçuklu devlet teşkilâtında Dîvân-ı A‘lâ’nın dışında başka divanlar da vardı. Bunlardan Dîvân-ı Berîd’in görevi eyaletlerle haberleşmeyi düzenlemek ve ülkede meydana gelen olayları merkeze bildirmekti. Dîvân-ı Hâs hükümdarın sahip olduğu arazinin yönetiminden sorumluydu. Dîvân-ı Evkāf-ı Memâlik merkezdeki vakıfların devlet tarafından kontrolünü sağlıyor ve gereği halinde yönetimlerini üstleniyordu. Haksız mal ve servet edinenlerin mallarına hükümdarın emriyle el konulunca bunlarla ilgilenmek için oluşturulan kuruluşa Dîvân-ı Müsâdere deniyordu. Selçuklu sultanlarının eşleri olan hatunların emrinde de divanlar bulunuyordu. Anadolu Selçukluları’nda başında pervânenin olduğu Dîvân-ı Pervânegî vardı. Büyük divanda atabeg ve sultanın merkezde bulunmadığı sırada devlet işlerini idare eden nâib-i saltanat gibi görevliler de yer alıyordu. Taşra Teşkilâtı. Selçuklular’da merkezin dışındaki bölgeler eyaletlere ayrılmıştı. Eyaletleri siyaseten şehzadeler, hânedan mensupları, gulâm kumandanlar ve Türkmen beyleri, mülkî açıdan ise merkezden tayin edilen amîd veya valiler idare etmekteydi. Amîd sivil idarenin eyaletteki en büyük temsilcisiydi. Eyaletlerde Dîvân-ı Eyâlet mevcuttu. Bu divan merkezdekinin küçük bir örneğiydi. Taşra teşkilâtında vergi işlerinden âmil ve mutasarrıflar sorumluydu. Şahne bazı büyük şehirlerde ve kabileler arasında emniyeti sağlayan, aynı zamanda askerî vali sıfatıyla hükümdarın temsilcisi olarak görev yapan memurdu. Şahneler asker kökenli olup genelde Türk kumandanları arasından seçilirdi. Eyaletlerde ve yerleşim merkezlerinde belediye hizmetlerini yürütmek muhtesiplerin göreviydi. Şehirlerde valinin emrinde bulunan reis sivil bir görevliydi. Reisler yerli halkın asil aileleri arasından tayin edilirdi. Anadolu Selçukluları’nda eyalet merkezlerinde emniyet ve asayiş subaşılar (serleşker) tarafından sağlanırdı. Ordu Teşkilâtı. Büyük Selçuklular Ortaçağ’ın en büyük ordularından birine sahipti. Türkler’den ve çeşitli milletlerden oluşan bu ordunun esasını sultanı ve sarayı korumakla görevli saray gulâmları ve hassa ordusu oluşturuyordu. Saray gulâmları Türk, Arap, Kürt, Deylemli gibi çeşitli kavimlere mensuptu. Küçük yaştan itibaren uzun süreli bir eğitim gören saray gulâmları yılda dört defa maaş alırdı. Saray en büyük gulâm yetiştirme merkeziydi. Gulâmların sayısı yaklaşık 4000 kadardı. Irak, Kirman ve Anadolu Selçukluları’nda da aynı grup mevcuttu. Selçuklu askerlerinin savaşçı kısmını Hassa Ordusu oluştururdu. Türkler’den ve muhtelif unsurlardan toplanan, isim ve künyeleri divan defterlerinde kayıtlı bu ordu normalde başşehirde bulunurdu. Sâlâr denilen kumandanları doğrudan sultanın emrindeydi. Râvendî’ye göre (Râhatü’s-sudûr, I, 128) divan sicillerinde kayıtlı süvari kuvvetlerinin sayısı 46.000 idi. Böylesine büyük bir dâimî orduyu beslemek hazineye ağır yük getirdiği için sultanlar eyalet veya bölgeleri iktâ olarak bağışladılar. İktâ sahipleri de gelirlerinin karşılığında asker (sipahi) beslediler. Bunlar savaş zamanlarında sultanın ordusuna katılırlardı. Tuğrul Bey Bağdat’a girdiğinde ordusunda 50.000, diğer bir kayda göre 120.000 asker bulunuyordu. Sultan Melikşah zamanında Selçuklu ordusu 400.000 kişiydi. Berkyaruk 495’te (1102) İsfahan’a geldiğinde emrinde 15.000 süvari ve 100.000 kişilik bir maiyeti vardı. Kirman Selçukluları için tesbit edilen en büyük asker sayısı 6000’i atlı, 10.000’i yaya olmak üzere 16.000 idi. Anadolu Selçukluları’nda bu sayı 50.000 ile 180.000 arasında değişmektedir (Brosset, s. 404-405). Büyük Selçuklular ile Kirman Selçukluları’nda ordunun başkumandanı sipehsâlâr idi. Anadolu Selçukluları’nda ise başkumandan beylerbeyi (emîrü’l-ümerâ) unvanı taşıyordu. Ayrıca Selçuklu meliklerinin ve emîrlerin kendi orduları ve askerleri vardı. Bunlar savaş sırasında sultanın emriyle esas orduya katılırdı. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş döneminde askerî güç bakımından başlıca dayanağını konar göçer Türkmenler oluşturuyordu. Türkmenler daha sonra ikinci planda kalmaya başlayınca sultanların emirlerine itaat etmeyip olay çıkarmaya, zaman zaman da isyan eden hânedan mensuplarını desteklemeye başlamış, İran ve Irak’ta maddî zararlara sebebiyet vermeleri üzerine Anadolu ve Suriye’ye sevkedilmiştir. Anadolu Selçukluları’nda da sınır bölgelerinde uç Türkmenler’i denilen Türkmen grupları bulunmaktaydı. Tâbi hükümdarlar, yapılan antlaşmalar gereği savaş zamanlarında daha önce belirlenen sayıda askeri Selçuklu ordusuna gönderiyordu. Özellikle müslüman olmayan ülke ve devletlerle Haçlılar ve Bâtınîler’e karşı yapılan seferler sırasında halktan çok sayıda gönüllü Selçuklu ordusuna katılırdı. Anadolu Selçukluları gerektiğinde orduyu takviye için Frank, Hârizmli, Grek, Rus, Kıpçak, Kürt, Arap ve Ermeniler gibi milletlerden ücretli asker temin etmişlerdir. Selçuklu orduları savaş meydanına devrin diğer Türk ve İslâm orduları gibi merkez, sağ kol, sol kol, öncü kuvvet ve artçı kuvvet şeklinde yerleştirilirdi. Selçuklu tarihinde ilk deniz aşırı seferi Kirman Meliki Kavurd Bey Uman’a yapmıştır. Büyük Selçuklular döneminde ilk gemi Sultan Berkyaruk zamanında Basra yöneticisi Emîr Kumaç’ın (Kamaç) nâibi İsmâil b. Arslancık tarafından inşa ettirilmiştir. Emîr İsmâil, Uman’ın yarısına ve bazı adalara sahip olan Ebû Sa‘d Muhammed ile denizde de savaşmıştır. Anadolu Selçukluları’nda donanmayla ilk ilgilenen yönetici I. Süleyman Şah’ın vekili Ebü’l-Kāsım’dır. Ebü’l-Kāsım, Gemlik’te (Kios) gemi inşa ettirmek istemiş, ancak Bizanslılar bu gemileri daha yapıldığı sırada yakmıştır. Alâiye’nin I. Keykubad tarafından fethi sırasında gemiler kullanılmış ve burada bir tersane yaptırılmıştır. Sinop ve Antalya’da da tersane bulunmaktaydı. I. Keykubad zamanında Suğdak’ın (Sudak) fethiyle Anadolu Selçuklu donanması deniz aşırı seferler gerçekleştirmiştir. Selçuklular’da donanma kumandanlarına “reîsü’l-bahr, melikü’s-sevâhil, emîr-i sevâhil” adı verilmiştir. Adliye Teşkilâtı. Selçuklu adliye teşkilâtı, şer‘î ve örfî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Şer‘î yargı sisteminde davalara kadılar bakmaktaydı. Kadı, evlenme ve boşanma işleri, nafaka, miras ve alacak davalarına bakar, yetimlerin, akıl hastalarının, erkek akrabası olmayan kadınların vasîliklerini üzerine alır, noter vazifesi görür, camileri ve bunlara ait tesisleri, vakıfları yönetir, vakfiyeleri tanzim ederdi. Kadılar âlim ve zâhid kişiler arasından seçilir, rüşvet almalarını önlemek için onlara rütbelerine uygun maaş verilirdi. Kādılkudât denilen başkadı sultan tarafından tayin edilirdi. Anadolu Selçukluları’nda Konya kadısı kādılkudât olarak görev yapıyordu. Şer‘î davaların dışında kalan örfî davalara Dîvân-ı Mezâlim denilen mahkeme bakıyordu. Zulme ve haksızlığa uğrayan kişilerin, malları gasbedilen tüccarın, yüksek rütbeli memur ve kumandanlardan şikâyeti olan halkın başvurduğu yer Dîvân-ı Mezâlim’di. Bu divanın en önemli özelliği hüküm verme yetkisinin hükümdarda bulunmasıdır. Büyük Selçuklular’dan itibaren sultanlar haftada iki gün bu mahkemeye başkanlık etmiştir. Daha sonraki dönemde devletin toprakları genişledikçe sultanlar Dîvân-ı Mezâlim başkanlığına vezir, hânedan mensupları ve kadıları vekil olarak tayin etmiştir. Suçluları ve gözden düşen emîrleri sultan adına tutuklama ve ölüm cezası dahil sultan tarafından verilen buyrukları yerine getirmek emîr-i dâdın göreviydi. VII. MİMARİ a) Anadolu Dışı. Büyük Selçuklular’ın ele aldığı plan ve mimari formlar daha sonra İran ve Doğu İslâm dünyasında devam etmiştir. Selçuklu yapıları genellikle tuğla malzemeyle inşa edilmiş, yer yer tuğla, alçı ve çini süslemelere sahip olmuştur. Camiler. Büyük Selçuklular, cami mimarisinde mihrap önündeki kubbeli mekânların gelişimiyle âbidevî örnekler ortaya koymuştur. Mihrap önündeki kubbeli mekânın bir eyvanla birleşmesinden oluşan köşk tipi cami yanında 1135’ten itibaren dört eyvanlı avlulu düzenleme vazgeçilmez şema haline gelmiştir. XII. yüzyılın ortalarında mihraplarda yapılan alçı süslemeler kabarık ve girift bitkisel motifleriyle dikkat çekicidir. İsfahan Cuma Camii’nde 1080 tarihli Melikşah kubbesi (mihrap önü kubbesi) ve bunun kuzeyindeki 1088 tarihli Terken Hatun kubbeli mekânları yer almıştır. Mihrap önü kubbesinin üç yönde üçlü açıklıklı olması daha sonraki gelişmelere örnek teşkil etmiştir. Ayrıca 1135’te Zevvâre Cuma Camii’nde uygulanan mihrap önü kubbeli ve dört eyvanlı revaklı avlulu şema İsfahan’da ve diğer yapılarda da uygulanmıştır. Gülpâyigân Cuma Camii (1108-1118, XIX. yüzyılda dört eyvanlı avlulu), Kazvin Cuma Camii (1113 veya 1119), Kazvin Haydariye Camii (1105-1118) ve Erdistan Cuma Camii’nde (1158-1160) bu şema görülmektedir. Bersiyân Cuma Camii’nde ise (1134) mihrap önü kubbeli mekânı üç yönde üçlü açıklıklıdır. Yanlarda eklenen birimlerle bağlantılara işaret eden izler mevcut olup yalnızca mihrap önü kubbeli bölümü günümüze ulaşmıştır. Minareler. Silindirik formlarıyla Karahanlılar’da başlayan gelişimi devam ettiren Büyük Selçuklu minarelerinden Damgan Cuma Camii Minaresi (1058), mavi ve fîrûze sırlı kare parçalarla oluşmuş kabartma örgülü kûfî yazısıyla erken tarihli çinili bir eser olarak dikkat çekmektedir. Sâve Cuma Camii Minaresi (1061), Zevvâre Pâmenar Mescidi Minaresi (1068), Kâşân Cuma Camii Minaresi (1074), Bersiyân Cuma Camii Minaresi (1098), Çâr Minare (1112) ve Sin Minare (1129) bu dönemdeki önemli eserlerdir. Medreseler. Büyük Selçuklular devrinde ele alınmış olan medreseler eyvanlı avlulu şemalarıyla Karahanlılar’da başlayan gelişimi devam ettirmiştir. Bu dönemde nizâmiye adı verilen çok sayıda medresenin yapıldığı bilinmektedir. Nîşâbur’da Tuğrul Bey zamanında 1046 yılında bir medresenin inşa edilmekte olduğu Tûs, Basra, İsfahan, Herat, Belh ve Bağdat’ta 1067’de medreselerin yapıldığı bilinmektedir. Bunlar günümüze ulaşmamıştır. Horasan’daki Harcird ve Rey medreseleri XI. yüzyılın dördüncü çeyreğine tarihlendirilen eyvanlı avlulu şemada yapılardır. Kervansaraylar. Ribât adıyla tanınan Büyük Selçuklu kervansarayları genellikle kare planlı, dört eyvanlı revaklı avlulu şemada inşa edilmiştir. Ribât-ı Enûşirvân (1029-1049) ve Ribât-ı Za‘ferânî (XI. yüzyıl) bu şemaya uygun yapılardır. Ribât-ı Enûşirvân’da erken bir hamam yapısı, Ribât-ı Za‘ferânî’de kapalı mekânların arkasındaki tonozlu koridorlar Gazneli devrinden Ribât-ı Mâhî’ye (1019-1020) benzemektedir. Ribât-ı Şerîf’te (1114-1115) arka arkaya revaklı eyvanlı iki avlu sıralanmış olup her iki avlunun girişinde solda birer mescid yer almaktadır. Eyvanların arkasındaki kare mekânların kubbeyle örtülü olması ve eyvanlarla bağlantıları (eyvan-kubbe birleşimi) Ribât-ı Mâhî’ye benzemektedir. Saraylar. Merv’de Sultankale denilen kalede bir Selçuklu sarayı yapılmıştır. 4 km2’lik alanda 15 metrede bir 4 m. çaplı yarım yuvarlak kulelerle takviye edilmiş, 15 m. yüksekliğindeki duvarlarla çevrili, önü hendekli bu kalede saraylar, kışlalar, yerleşim birimleri, merkezde bir havuz, büyük bir cuma camii ve Sultan Sencer’in türbesi bulunmaktadır. XI. yüzyıla tarihlenen saraya ait çok gösterişli bir yapının 45 × 39 m. ölçüsünde elli odalı olduğu ve 16 × 16 m. ölçüsündeki avlusunun dört eyvanlı şemada ele alındığı bilinmektedir. Mezar Anıtları. Büyük Selçuklular devrinde mezar anıtları kümbet ve türbe olarak iki ayrı tipte gelişmiştir. Kümbetler genellikle altta bir mumyalık (kripta) katı bulunan silindirik ya da çokgen gövdeli yapılar olup üzerleri içten kubbe, dıştan külâhla örtülüdür. Türbeler ise kare planlı, üzerleri kubbeyle örtülü yapılardır ve kripta bulunmamaktadır. Damgan’da Kırkkızlar Kümbeti (1054-1055) silindirik gövdeli bir yapıdır. Eberkûh’ta sekizgen planlı Kümbed-i Ali (1056-1057) taş malzemesiyle dikkat çekmektedir. Harekān I (1067) ve Harekān II (1093) kümbetleri sekizgen planlı ve köşe kuleli, cepheleri tuğlaların değişik istifiyle hareketlendirilmiş önemli örneklerdir. Demâvend Kümbeti’nde (XI. yüzyıl) zengin tuğla süslemeler görülmektedir. Dihistan bölgesinde yer alan kümbetlerin önünde bir hazırlık mekânının varlığı dikkati çekmektedir. Serahs’ta Yartı Kümbet (1098) kare planlı bir yapı olup cephede köşeler kulelidir. Ebü’l-Fazl Türbesi (XI. yüzyıl sonu) eyvan şeklinde bir girişe sahiptir. Vekilbâzâr’da Abdullah b. Büreyde Türbesi’nde (XI. yüzyıl) yükseltilen cepheler kubbeyi bir ölçüde gizler. Merv Hüdâî Nazar Evliya Türbesi’nde de (XII. yüzyıl) süslemeli ön cephe geniş ve yüksek tutulmuştur. Astanababa’da Alemberdâr Türbesi (XI. yüzyıl sonu) sivri bir kubbeyle örtülü olup eyvan şeklinde bir girişe sahiptir. Ser-i Pul’de Yahyâ b. Zeyd (İmam Hurd) Türbesi (XI. yüzyıl sonu ve XII. yüzyıl başı) ve İmam Kalan Türbesi (1117) içerideki alçı süslemeleriyle dikkat çekmektedir. Tûs’ta İmam Gazzâlî’ye nisbet edilen türbe (1111’den sonra) kare planlı olup kubbeli mekânın önünde derin bir eyvan şeklinde giriş ve arkada tonozlu birimlere sahiptir. Türbenin vaktiyle çift kubbeli olduğu bilinmektedir. Meyhene Ebû Said Türbesi’nde (XI. yüzyıl) görülen çift kubbe uygulaması daha sonra Merv Sultan Sencer Türbesi’nde (1157) karşımıza çıkmaktadır. Sultan Sencer Türbesi 27 × 27 m. ölçüsünde kare planlı bir yapı olup duvar kalınlığı 6 metredir. Binanın yıkık olan dış kubbesinin vaktiyle fîrûze renkli sırlı tuğlayla kaplı olduğu bilinmektedir. b) Anadolu. Anadolu’da yapılan ilk camiler Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır. Ani’deki Menûçihr Camii (1072-1086) erken tarihli bir yapı olup sekizgen gövdeli minareye sahiptir. Diyarbekir Ulucamii (1091-1092) mihraba paralel üç nefli ve bu nefleri mihrap aksında kesen transepte sahip olup önünde revaklı bir avlu bulunmaktadır. Yapı plan itibariyle Şam Emeviyye Camii’nin planını kubbesiz olarak tekrarlar. Siirt Ulucamii’nde (1128’den önce) enine gelişen şemada kıble yönünde yan yana üç kubbe, bunun kuzeyinde ise iki tonozlu neften meydana gelmektedir. Bu nefler dikine bir tonozla kesilmiştir. Mihrap önü kubbeli mekânın önünde çini süslemeli mihrap nişleri ve yapının kuzeyinde yapıdan ayrı olarak inşa edilmiş sırlı tuğla süslemeli minaresiyle dikkat çekicidir. Bitlis Ulucamii’nde (1150’den önce) mihraba paralel üç neften biri mihrap önü kubbesiyle kesilmiştir. Külliyeler. Kayseri Huand Hatun Külliyesi (1238) cami, medrese, kümbet ve hamamdan oluşmaktadır. Camide mihraba paralel nefler mihrap ekseninde kesintiye uğramıştır. Kuzeyde dikine iki tonoz, ortada küçültülmüş avlu ve güneyde geniş kemerli açıklıklarla mihrap önü kubbesine doğru dikey bir aks oluşturulmuştur. Medrese eyvanlı, revaklı avluludur. Camiyle birleştiği köşede medreseden ulaşılan, fakat cami kütlesi içinde yer alan kümbet sekizgen gövdeli olup mukarnaslı bir kaide üzerindedir. Çifte hamamda erkekler kısmı dört eyvanlı, dört köşe hücreli, kadınlar kısmı ise üç eyvanlı ve iki köşe hücrelidir. Kayseri Hacı Kılıç Camii ve Medresesi’nde (1249) cami mihraba dik beş nefli ve mihrap önü kubbelidir. Önünde yer alan revaklı avlunun etrafında medrese odaları yerleştirilmiştir. Cami ve medrese birleşimi açısından önemli olan bu yapı gibi Amasya Gökmedrese Camii’nde de (1266) iki ayrı fonksiyon tek binada kot farkıyla ele alınmıştır. Camide mihraba dik üç nef kubbe ve tonozlarla örtülüdür. Kuzeybatı köşesinde yer alan kümbeti, kare planlı taş alt yapı üzerinde tuğladan yüksek kasnaklı kırık piramidal külâhlı olup sırlı tuğla ve çini süslemelidir. Sâhib Ata Külliyesi (1258-1283) cami, hankah, türbe, hamam ve çeşmelerden oluşur. Taçkapı taş süslemelerinin yanı sıra iki yanda yer alan çeşme/sebil birimlerine sahiptir. Vaktiyle çifte minareli olduğu anlaşılan kapının üzerinde bugün sırlı tuğla ve çini süslemeli yivli bir minare vardır. Cami mihraba dik beş nefli ve mihrap önü kubbelidir. Daha sonra değişikliğe uğramış olan yapıda ihtişamlı mozaik çinili mihrap devrinden kalmıştır. Hankah dört eyvanlı, avlulu ve dört köşe odalıdır. Avlunun üzerini örten kubbe aydınlık fenerli olup yapı içinde zengin çini süslemeler vardır. Cami ile hankah arasında kalan ve her iki yapıdan ulaşılan türbe, öndeki çapraz tonozlu ara mekâna açılan kare planlı kubbeli bir eyvan şeklindedir. Duvarları zengin mozaik çinili yapıda çinili lahitler mevcuttur. Çifte hamam dört eyvanlı ve dört köşe hücreli sıcaklık bölümüne sahiptir. Afyon Çay’da Ebü’l-Mücâhid Yûsuf Külliyesi (677/1278-79) medrese, türbe, çeşme, han ve bugün mevcut olmayan hamamdan oluşmaktadır. Medrese (Taşmedrese olarak da tanınır) iki eyvanlı olup avlunun üzeri sırlı tuğla süslemeli kubbe ile örtülüdür. Kubbe geçişlerinde, giriş eyvanı, ana eyvan ve mihrapta yer alan mozaik çini süslemeler Selçuklu devrinin ilginç örneklerini oluşturur. Taçkapısında bir aslan figürü vardır. Cephenin sağında türbe, solunda çeşme yer almıştır. Kare planlı türbe sırlı tuğla süslemeli kubbe, mumyalık katı ise çapraz tonoz örtülüdür. Önde açık avlulu bölümü günümüze ulaşmamış olan hanın kapalı bölümü mevcuttur. Yapı kitâbeli son Selçuklu hanıdır. Yıkılmış olan hamamın üç eyvanlı ve iki halvet hücreli sıcaklık mekânına sahip olduğu bilinmektedir. Camiler. XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu mimarisinde ele alınan camiler mihrap önü kubbeleri, enine ve dikine gelişen şemaları içinde küçültülmüş iç avluları ya da bir avlu fikrini verecek olan aydınlık fenerleri, ahşap malzemeleri ve dengeli çini mozaik süslemeleriyle düzenli bir gelişmeyi gösterir. Çeşitli tamir ve eklemelerle değişikliğe uğramış olan Konya Alâeddin Camii (1155-1220) iki bölümden oluşmaktadır. Sağda mihrap önü kubbeli, solda mihraba paralel nefler vardır. Mihrapta ve kubbedeki mozaik çini süslemeler yanında ahşap minberi ve ayrıca dış cephedeki kitâbeleri ile dikkat çekicidir. Caminin kuzeyinde yer alan II. Kılıcarslan Kümbeti (1192’den önce) ongen planlı ve piramidal külâhlı olup içinde çinili lahitler bulunmaktadır. Niğde Alâeddin Camii’nde (620/1223) mihraba dik üç tonozlu nef mihrap önünde yan yana üç kubbeyle örtülmüştür. Yapıda kuzeybatı köşesinde ayrı bir girişle ele alınmış olan özel mahfil yer almaktadır. Malatya Ulucamii (1224) tuğla malzemesi ve sırlı tuğla, mozaik çini süslemeleriyle Büyük Selçuklu mimari geleneğini devam ettirir. Mihraba paralel neflere sahip yapıda, ortadaki küçük revaklı avluya açılan güney eyvanı mihrap önü kubbesiyle birleşerek dikine bir aksı vurgulamaktadır. Amasya Burmalı Minare Camii (1237-1246) mihraba dik üç nefli olup orta aks kubbelidir. Taçkapısındaki figürlü süslemeleriyle dikkat çeken Bünyan Ulucamii (654/1256) mihraba dik üç neflidir. Develi Ulucamii (1281) mihraba dik beş nefli olup mihrap önü kubbelidir. Mihrapta geometrik ve bitkisel süslemeler yanında renkli taş da kullanılmıştır. Akşehir Ulucamii’nin (XIII. yüzyılın başı) planı değişikliğe uğramış olmakla birlikte mihraba dik neflerden ve mihrap önü kubbesinden oluşmaktadır. Yapıda mozaik çinili mihrap dikkat çekicidir. Sinop Ulucamii (XIII. yüzyıl başı) mihraba paralel iki nefli olup mihrap önü kubbeli bir yapıdır. 1268’de Muînüddin Süleyman Pervâne tarafından tamir edilen camide mihrap önünde üç kubbe, ikinci nefte iki uçta birer kubbe yer alır. Diğer birimler çapraz tonozla örtülmüştür. Konya Sâhib Ata Camii (1258), Afyon Ulucamii (1272), Ankara Arslanhane Camii (XIII. yüzyıl) ve Selçuklu geleneği içinde ele alınan Beyşehir Eşrefoğlu Camii (696/1297) ağaç direklerle taşınan ve mihraba dik neflerden oluşan yapılardır. Sivrihisar Ulucamii ise (XIII. yüzyıl ortası) mihraba paralel neflerden meydana gelmiştir. Konya Sâhib Ata, Ankara Arslanhane ve Beyşehir Eşrefoğlu camilerinde itinalı mozaik çini mihraplar yer alır. Eşrefoğlu Camii’nde ayrıca mihrap önü kubbesinde mozaik çini kullanılmıştır. XIII. yüzyıl içinde Anadolu’da özellikle Konya ve civarında görülen tek kubbeli mescidler önlerinde hazırlık mekânlarına sahiptir. Bazılarında mezarların bulunmasıyla türbe görevini alan bu mekânların son cemaat yerinin erken örneklerini oluşturduğu kabul edilmektedir. Konya Taşmescid (1215) kapalı hazırlık mekânının yanında dışta ve içteki taçkapıları ve taş işçiliğiyle, Konya Sırçalı Mescid ise (XIII. yüzyılın ikinci yarısı) tuğla malzemesi yanında sırlı tuğla-çini, mozaik çini mihrabı ve minaresiyle önemli bir yere sahiptir. Alanya Akşebe Sultan Mescidi’nde (1231) devşirme malzemeler değerlendirilmiştir. Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi’nde ise (1235) kubbe kasnağında çini mozaik süslemeli yazı kuşağı yer almaktadır. Konya Beyhekim Mescidi’nin (XIII. yüzyıl) gösterişli mozaik çinili mihrabı yurt dışına kaçırılmıştır. Medreseler. Anadolu Selçuklu devrinde medreseler açık avlulu ve kapalı avlulu (kubbeli) olarak gelişimini sürdürmüştür. Açık Avlulu Medreseler. Anadolu’da XIII. yüzyıl içinde gelişimini sürdüren açık avlulu medreseler eyvanlı avlulu olup eyvan sayıları değişmektedir. Çoğunluğu iki eyvanlı olan bu medreselerde bulunan türbeler eyvan arkası, eyvan yanı, giriş yanı gibi farklı konumlarda ele alınmıştır. Genellikle medresede ana eyvan dershane-mescid olmakla birlikte bazan bu eyvan bitişiğindeki ya da girişin yanındaki kubbeli oda da dershane-mescid olarak düzenlenmiş olabilir. Kayseri Çifte Medrese’de (602/1205-1206) şifâhâne ve tıp medresesi birlikte ele alınmıştır (Gevher Nesibe Dârüşşifâsı ve Tıp Medresesi). Her iki bölüm dört eyvanlı, revaklı avluludur. Medrese bölümünde yan eyvanın bitişiğinde Gevher Nesibe’nin kümbeti (1206) yer almaktadır. Aynı şekilde şifâhâne ve tıp medresesinin birleşiminden oluştuğu anlaşılan Sivas Şifâiye Medresesi’nde (1217) güneydeki şifâhâne bölümü ayaktadır (I. Keykâvus Dârüşşifâsı). Dört eyvanlı revaklı avlulu yapıda güney eyvan tuğla ve sırlı tuğla ile örülerek İzzeddin Keykâvus için türbeye dönüştürülmüştür. Taçkapısında karşılıklı birer aslan, ana eyvan cephesinde ay ve güneşi temsil eden figürlü süslemeler vardır. Çorum-Alaca Kalehisar Medresesi ve Antalya İmaret Medresesi XIII. yüzyılın ilk yarısından iki ve dört eyvanlı, açık avlulu yapılar olarak zamanımıza ulaşmıştır. Konya Sırçalı Medrese (1242) iki eyvanlı, revaklı avlulu ve iki katlı bir yapıdır. Yapının ön cephesi kesme taş malzemeyle, diğer bölümleri tuğla ile inşa edilmiştir. Özellikle eyvan, tonoz ve kemerlerde tuğlaların arasında sırlı tuğla ve mozaik çini kullanımıyla zengin bir bezeme elde edilmiştir. Akşehir Taşmedrese (648/1250) üç eyvanlı, revaklı avlulu olup ön cephe kesme taş, revaklar tuğladır. Cephenin solunda medreseye bitişik olarak yer alan mescidi iki kemerli açıklıklı hazırlık mekânından sonra kare planlı ve kubbelidir. Köşede bulunan tuğladan silindirik gövdeli minare baklavalı bir kompozisyona sahip olup sırlı tuğla süslemelidir. Sinop Pervâne Medresesi (661/1263) iki eyvanlı, revaklı avluludur. 1271 yılında Sivas’ta üç medrese birden inşa edilmiştir. Bunlardan günümüzde sadece sırlı tuğla süslemeli minareleri ve zengin taş süslemeli ön cephesi ayakta olan Çifte Minareli Medrese’nin iki katlı ve dört eyvanlı, avlulu olduğu bilinmektedir. Gökmedrese de dört eyvanlı, avlulu ve tek katlıdır. Girişin sağındaki mekân mescid olarak düzenlenmiştir. Mescidde ve yan eyvanda çini süslemeler vardır. Sırlı tuğla süslü çifte minarenin bulunduğu ön cephe zengin taş süslemeye sahiptir. Taçkapının iki yanında hayat ağacı ve kuş figürleri ile hemen başlangıçlarında hayvan figürlü yaprak motifleri bulunmaktadır. Burûciye Medresesi dört eyvanlı, avlulu olup içte ve dışta taş süslemeleriyle dikkati çeker. Taçkapının solunda çini süslemeli türbe, sağında mescid yer almaktadır. Tokat Gökmedrese (1265-1279) iki eyvanlı, revaklı avlulu ve iki katlıdır. Taçkapıda yer alan iki renkli taş kullanımı cepheyi hareketlendirmiştir. Aynı zamanda mescid olan ana eyvanın sağındaki mekân türbe olarak düzenlenmiştir. Ana eyvan ve revak cephelerinde mozaik çini süslemelerden parçalar kalmıştır. Erzurum Çifte Minareli Medrese (1285-1291) dört eyvanlı, revaklı avlulu ve iki katlı bir yapı olup son Selçuklu medresesidir. Ana eyvan arkasında yapıya bitişik mezar anıtı yer almaktadır. Taş süslemeli cephede tuğladan yivli minareler sırlı tuğla ve çini süslemelidir. Taçkapının iki yanında hayat ağacı, ejder ve kuş figürü yer almış olup soldaki tamamlanmamıştır. Kapalı Avlulu (Kubbeli) Medreseler. Anadolu’da XIII. yüzyıl içinde gelişimini sürdüren kapalı avlulu medreselerde yüzyılın ilk yarısında üst örtü avludaki dört ayağa oturmaktadır. Yüzyılın ikinci yarısında ise avluyu örten kubbe duvarlara oturur. Afyon Boyalıköy Medresesi (1210) simetrik planlı bir yapı olup hankah işlevli olduğu kabul edilmektedir. Isparta Atabey Ertokuş Medresesi (621/1224) revaklı ve tek eyvanlı olup ortadaki dört ayağa oturan kubbe avluyu örtmektedir. Eyvanın arkasında yer alan Mübârizüddin Ertokuş’a ait kümbet üç açıklık ile eyvanla bağlantılıdır. Yarısı yıkık olan Konya Ali Gav Medresesi’nin de (XIII. yüzyıl ilk çeyreği) revaklı eyvanlı ve avlunun üzeri dört ayağa oturan kubbeyle örtülü bir yapı olduğu bilinmektedir. Konya Karatay Medresesi (1251) ön cephesinde sol köşeye alınmış taçkapısının düzeniyle önemlidir. Bir kısmı yıkık olan yapıda tek eyvanlı havuzlu avlunun üzeri aydınlık fenerli bir kubbeyle örtülü olup ana eyvanın solundaki oda türbedir. Yapıda çok zengin mozaik çini süslemeler bulunmaktadır. Özellikle kubbe içindeki stilize gökyüzü kompozisyonu dikkat çekicidir. Konya İnce Minareli Medrese de (1265’ten önce) yazının hâkim olduğu zengin taş süslemeli taçkapısıyla dikkati çeker. Simetrik planlı yapıda tek eyvanlı, havuzlu avlunun üzeri aydınlık fenerli kubbeyle örtülüdür. İçeride tuğla, sırlı tuğla ve çini kullanımıyla süslü bir mekân elde edilmiştir. Cephede sağda yer alan ve yapıya adını veren sırlı tuğla ve çini süslemeli tuğla minare alt şerefesine kadar yıkıktır. Minarenin arkasında kare planlı, kubbeli bir mescidinin olduğu bilinmektedir. Kırşehir Caca Bey Medresesi (1272) dört eyvanlı, avlulu olup avlunun üzeri açıklıklı kubbeyle örtülüdür. Taçkapının solunda köşede yer alan içten kubbeli, dıştan piramidal külâhla örtülü birim türbe olarak düzenlenmiştir. Yapının, zamanında rasathâne olarak kullanıldığı ileri sürülmektedir. Kervansaraylar. Anadolu Selçuklu döneminde XII. yüzyıl sonundan başlayarak XIII. yüzyıl boyunca kervansaraylar inşa edilmiştir. Yapılar bazan sultan hanı adıyla anılanlarda olduğu gibi sultanlar tarafından, bazan da devletin ileri gelen kişileri tarafından inşa ettiriliyordu. Genel bir tanımla küçük olan kapalı bölüm (ahır) ve revaklı-tonozlu odalı büyük açık avlularıyla iki bölümden oluşan kervansaraylar erken dönemlerden itibaren yaptırılmıştır. Kapalı bölümler pâyelerle neflere ayrılarak tonozlarla örtülmüş, orta nefte bir aydınlık feneri yer almıştır. Avlularda tonozlu odalar, revaklar, bazı örneklerde hamam, mescid ve çeşme eyvanı gibi mekânlar bulunmaktadır. Yapılar özellikle taçkapılarında ve mescid bölümlerinde itinalı taş işçilikleriyle dikkat çekmektedir. Kervan yolları üzerinde kervanların ve yolun güvenliğini sağlayan bu yapılar dıştan kale görünümlü olup payandalarla desteklenmiştir. Nevşehir-Kayseri yolundaki Alay Hanı (1156-1192) bilinen en erken tarihli sultan hanıdır. Dikdörtgen planlı ve yedi nefli kapalı bölümle avludan oluşan kervansaraydan günümüze sadece kapalı bölüm ve üzerinde aslan figürü bulunan taçkapısı ulaşabilmiştir. Aksaray Sultan Hanı (1229) Anadolu Selçuklu döneminin en büyük kervansarayı olup enine dokuz nefli kapalı bölümle ortasında köşk mescidli avludan oluşmaktadır. Avlunun güneyinde iki ayrı hamam bölümü vardır. Tuzhisarı Sultan Hanı da (1230-1234) aynı planda olup kapalı bölümü enine yedi neflidir. Köşk mescidin güney ve doğu kemerleri üzerinde kıvrımlı gövdeleriyle çift ejder motifleri dikkat çeker. Avlunun batısında hamam yer almaktadır. Ağzıkara Han da (1231, 1239-1240) aynı şemada olup avlu taçkapısı yan cephede yer alır. Avlusunda köşk mescidi bulunmaktadır. İshaklı (Sâhib Ata) Kervansarayı (1249) sultan hanı planında olup avlusu kısmen yıkıktır. Avlu ortasındaki köşk mescid yapının aksına göre çarpık yerleşmiştir. Sultan hanı planına benzer yapılar arasında Kızılören Hanı’nda (1206) köşk mescid giriş cephesinde dışa taşkın iki katlı birimin solundadır. Zazadin (Sadeddin) Hanı (1237) iki renkli taş süslemeli taçkapısı üzerinde mescid yer almıştır. İnsan ve çok sayıda hayvan figürlü süslemeleriyle dikkat çeken Karatay Hanı’nda (638/1240-41) avlu taçkapısının solunda türbe, sağında mescid ve köşede hamam bulunmaktadır. Avlusu yıkılmış olan İncir Hanı’nda (636/1238-39) kapalı bölüm taçkapısı istiridye kabuğu şeklinde düzenlenmiş olup kapının iki yanında sırtlarında güneş yer alan aslan figürleri görülmektedir. Hekim Hanı (1218-1236) ve Mahperi Hatun (Pazar) Hanı (1238-1239) sultan hanı geleneğinde ele alınmıştır. Susuz Han (1237-1246) avlusu yıkık olup kapalı bölümü ayaktadır. Bu bölümün taçkapısında ağzında insan maskı olan ejder figürleri, iki melek figürü ve küçük aslan figürleri vardır. Avanos Sarıhan’da (1238 [?], 1249 [?]) avlu taçkapısı yanında çeşme eyvanı, kapı üzerinde mescid yer almıştır. Avlunun kuzeyinde hamam bölümü vardır. Denizli Akhan’da (1254) avlu ile kapalı mekânın birleştiği köşede eyvan üzerinde mescid yer alır. Ayrıca avlu taçkapısında hayvan figürleri bulunmaktadır. Kesikköprü Hanı’nda (1268) avlu kapısının solunda mescid yer alır. Bu yapıda da hayvan figürlü süslemeler görülür. Günümüzde baraj suları altında kalmış olan Altınapa Hanı (1202), Kuruçeşme Hanı (1208) ve Ertokuş Hanı’nda (1223) kapalı ve açık bölümler eşit büyüklüktedir. Evdir Hanı (1214-1218) eyvanlı, revaklı tek avludan oluşmaktadır. Kırkgöz Hanı (XIII. yüzyıl) ve Kargı Hanı (XIII. yüzyıl) dar uzun kapalı bölüm önünde avlulu yapılardır. Alara Hanı (1232) ve Afşin Ashâb-ı Kehf Hanı’nda (XIII. yüzyılın ilk yarısı) kapalı avlu etrafında eyvan ve odalar yer almıştır. Ahırlar bu bölümü dıştan çevreler. Alara Hanı’ndaki aslan figürleri ayrıca dikkat çekicidir. Şerefza Hanı (1236-1246), Öresin Hanı (1270), Eğret Hanı (XIII. yüzyıl sonu) ve Iğdır Kervansarayı (XIII. yüzyıl sonu), sadece kapalı bölümlü yapılardır. Saray ve Köşkler. Anadolu’da Selçuklu saray ve köşkleri mütevazi ölçüde taş ve tuğla malzemeyle inşa edilmiş olmakla birlikte zengin alçı ve çini kaplamaları ile dikkat çeker. Konya’da iç kalede yer alan Selçuklu Sarayı’ndan Kılıcarslan Köşkü (1192’den önce) olarak bilinen yapıya ait çiniler ve alçı süslemelerden bazı parçalar günümüze ulaşmıştır. Bugün küçük bir parçası mevcut olan yapının restitüsyonu Mahmut Akok tarafından yapılmıştır. I. Alâeddin Keykubad, Kayseri Keykubâdiye (1224-1226) ve Beyşehir Kubâdâbâd (1226-1236) saraylarını yaptırmıştır. Keykubâdiye Sarayı’nın küçük ölçüde üç köşkten oluştuğu bilinmektedir. Kubâdâbâd Sarayı zamanla unutulmuş olup 1949 yılında M. Zeki Oral tarafından tesbiti yapılmıştır. 1965’te başlayan kazılar halen devam etmektedir. Ortaya çıkarılan yapıların yanı sıra çok sayıda çini ele geçmiştir. Özellikle son yıllarda değişik kompozisyonlara sahip kullanılmamış çiniler de bulunmuştur. Alanya İçkale’de yer alan saray da son yıllardaki kazılarla ortaya çıkarılmaktadır. Ayrıca çeşitli yerlerde bir kısmı av köşkü olan yapılar inşa edilmiştir. Bunlardan Aspendos Tiyatrosu Sahne Binası, Alara Hamamlı Kasır, Kayseri Erkilet Hızır İlyas Köşkü, Kayseri Argıncık, Haydar Bey Köşkü ve Antalya Yanköy Hisarı (Silyon) Köşkü önemli örneklerdir. Mezar Anıtları. Anadolu’da Selçuklu mezar anıtları kümbet ve türbe olarak gelişimini sürdürmüştür. Bir külliye bünyesinde ya da cami, medrese, şifâhâneye bağlı olarak ele alınanların dışında müstakil inşa edilmiş olanlar da vardır. Afyon Sincanlı Boyalıköy’de Kureyş Baba Kümbeti (XIII. yüzyıl başı) iki renkli taştan sekizgen gövdeli ve piramidal külâhlıdır. Tokat Ebü’l-Kāsım-ı Tûsî Türbesi (1234) tuğladan kare planlı olup içten kubbe, dıştan piramidal külâhla (bugün yıkık) örtülüdür. Cephesinde pencere üstlerindeki sivri kemerli alınlıklarda mozaik çinili kûfî kitâbe vardır. Kayseri Çifte Kümbet (1247) adıyla tanınan yapılardan biri günümüze ulaşmıştır. I. Alâeddin Keykubad’ın eşi Melike Âdiliye Sultan için yapılmış olan kümbet sekizgen planlı ve piramidal örtülüdür. Kayseri Döner Kümbet kare bir mumyalık üzerinde onikigen gövdeli olup kabarık figürlü süslemeleriyle dikkat çekicidir. Amasya Torumtay Türbesi (1278) dikdörtgen planlı, tonoz örtülü ve kabarık taş süslemelere sahip bir yapıdır. Ahlat’ta çok sayıda mezar anıtı inşa edilmiştir. Bunlardan Şeyh Necmeddin Kümbeti (1222) kare planlı ve piramidal örtülüdür. Ulukümbet (1273) ve Çifte kümbetler (1279 ve 1281) silindirik gövdeli, konik külâhlıdır. XIII. yüzyılda Konya ve Afyon çevresi başta olmak üzere Anadolu’da eyvan biçimli türbeler yapılmıştır. Bu tipin öncüsü Seyitgazi Ümmühan Hatun Türbesi (XIII. yüzyıl başı) olup Alâeddin Keykubad’ın annesine mal edilir. Afyon’da Sincan Boyalıköy’deki Eyvan Türbe (1210), Osmanköy Herdenebaba Türbesi (XIII. yüzyıl ortası) ve Gazlıgöl, Akviran, Saya Baba Türbesi de (XIII. yüzyıl ortası) bu şehirdeki eyvan türbelerdir. Konya Akşehir Emîr Yavtaş Türbesi (1256) taş tuğla karışımı bir yapıdır. Konya Gömeç Hatun Türbesi (XIII. yüzyıl sonu-XIV. yüzyıl başı) mumyalığı taş, üst kısmı tuğladan âbidevî bir yapı olup mozaik çinili süslemeleri bulunduğu anlaşılmaktadır. Köprüler. Anadolu’da Selçuklu devrinden yirmi kadar köprü günümüze ulaşmıştır. Önemli Selçuklu köprüleri içinde Kayseri’de Kızılırmak üzerinde yer alan 125 m. uzunluğundaki Tekgöz Köprüsü (1202) iki gözlü olup büyük kemerinin açıklığı 27 metredir. Ankara’da Çubuk suyu üzerinde yer alan Akköprü (1222) yedi gözlü, Ankara Kalecik’te Kızılırmak Köprüsü (XIII. yüzyıl) 136,20 m. uzunluğunda yedi gözlü, Tokat’ta Yeşilırmak üzerinde yer alan Hıdırlık Köprüsü (1250) 151 m. uzunluğunda beş gözlü, Kayseri-Boğazlıyan yolunda Kızılırmak üzerinde yer alan Çokgöz Köprüsü (XIII. yüzyıl) 150 m. uzunluğunda on beş gözlü, Sivas’ta Kızılırmak üzerindeki Eğri Köprü (XIII. yüzyıl), 180 m. uzunluğunda on sekiz gözlü ve Meram Köprüsü (XIII. yüzyıl) dört gözlü yapılardır. Hamamlar. Sıcaklık bölümlerine göre ele alınan Selçuklu devri hamamlarından Kastamonu İbn Neccâr Hamamı (1064-1110) dört eyvanlı, Vakıf Hamamı (1284-1292) nişlerle hareketlendirilmiş altıgen planlı, Frenkşah Hamamı ise (1263) üç eyvanlı şemadadır. Tokat Pervâne Hamamı (1275) çifte hamam olup erkekler bölümü dört eyvanlıdır. Alara Kalesi’ndeki hamam kare planlı kubbeli sıcaklık birimine sahip olup sekizgen çiniler, bitkisel ve figürlü fresklerle süslenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Alanya İçkale Hamamı sekizgen planlı sıcaklık mekânına sahiptir. Ayrıca antik kalıntılar üzerine Alâeddin Keykubad zamanında yapılan ve Sâhib Ata döneminde 1267’de yeniden elden geçirilen Ilgın Kaplıcası iki bölümlü bir yapıdır. Diğer Yapılar. Anadolu’da Selçuklu devrinde Sinop ve Alanya’da birer tersane inşa edilmiştir. Bunlardan Sinop Tersanesi (1220-1224) günümüze ulaşmamıştır. Alanya Tersanesi (625/1227-28) sivri kemerlerle takviye edilmiş tonoz örtülü beş birimden oluşur. Birimler 7,70 m. genişlik ve 42,30 m. derinliğe sahiptir. Ayrıca Çorum’da Mecitözü Tekke Köyü Elvan Çelebi Zâviyesi (1283), Tokat’ta Ebû Şems Hankahı (1288) ve Sümbül Baba Zâviyesi (1291) Anadolu’da Selçuklu dönemi tarikat yapıları olarak karşımıza çıkmaktadır. Tokat’taki yapılarda eyvan kubbe birleşimiyle oluşan planlar görülür. Konya’daki Mevlânâ Dergâhı (1273) ise daha sonraki dönemlerde yapılan ilâvelerle değişikliğe uğramış ve geniş bir külliye konumuna gelmiştir. Gıyâseddin Mesud’a ait 532 (1137-38) tarihli dinar (Yapı ve Kredi Bankası Sikke Koleksiyonu, nr. 8196) Selçuklu dönemine ait ipek kumaş(Berlin Staatliche Museen) Selçuklu dönemine ait ipek kumaş (Berlin Staatliche Museen) Selçuklu prensesini nedimeleriyle tasvir eden XII. yüzyılın ikinci yarısına ait Kâşân’da imal edilmiş seramik çanak (New York Metropolitan Museum) Selçuklu prensesini nedimeleriyle tasvir eden XII. yüzyılın ikinci yarısına ait Kâşân’da imal edilmiş seramik çanak (New York Metropolitan Museum) XII. yüzyıla ait figürlü Selçuklu çinisinin parçaları (İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çinili Köşk, Envanter nr. 41/1448, 1489) XII. yüzyıla ait figürlü Selçuklu çinisinin parçaları (İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çinili Köşk, Envanter nr. 41/1448, 1489) Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddin Keyhusrev adına Konya’da basılan 635 (1237-38) tarihli dinar (İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Teşhir, nr. 1109) Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddin Keyhusrev adına Konya’da basılan 635 (1237-38) tarihli dinar (İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Teşhir, nr. 1109) Gıyâseddin Mesud’a ait 532 (1137-38) tarihli dinar (Yapı ve Kredi Bankası Sikke Koleksiyonu, nr. 8196) Gıyâseddin Mesud’a ait 532 (1137-38) tarihli d© Ordu Mesudiye Gazetesi den alıntıdır
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol